Allah’ın Çocuklara Karşı Olan Adaleti
Allah’ın Çocuklara Karşı Olan Adaleti
0 Vote
70 View
Hadisler ışığında Allah’ın Çocuklara Karşı Olan Adaleti İmam Muhammed Bakır’a (aleyhi selâm) dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Biz bazı çocukların doğduğu sırada öldüklerini, onlardan bazılarının eksik bir şekilde düşük yapılmış olarak öldüklerini, bazılarının kör, dilsiz ve sağır olarak dünyaya geldiklerini, bazılarının dünyaya geldikten kısa bir süre sonra öldüğünü, bazıları ergenlik çağına kadar, bazıları da yaşlanıncaya kadar yaşarlar. Neden böyle olmaktadır ve sebebi nedir?” imam Muhammed Bakır (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: Allah’ın Çocuklara Karşı Olan Adaleti Resulullah’ın kölesi Abdullah b. Selâm Resulullah’tan (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle rivayet etmiştir: Allah Resulüne (sallallahu aleyhi ve alih) dedim ki bana diyebilir misin? “Acaba Allah Azze ve Celle delilsiz ve hüccetsiz olarak kuluna azap eder mi?” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Allah’a sığınırım.” Dedim ki : “Müşriklerin çocukları cennette mi, yoksa cehennemde midir?” Buyurdu ki: “Allah Tebareke ve Teâlâ onlardan daha evlâdır. Kıyamet günü olduğunda tüm insanları hesap vermeleri için bir araya topladığında müşriklerin çocuklarını da getirecek ve onlara şöyle diyecektir: ‘Ey benim erkek ve kadın kullarım! Rabbiniz kimdir? Dininiz nedir? ve ne ameller yaptınız?’ onlarda cevabında şöyle diyecektir: ‘ Rabbimiz! Sen bizi yarattın, biz bir şeyi yaratmadık, sen bizi öldürdün, biz bir şeyi öldürmedik, bize konuşabileceğimiz bir dil vermedin, bize duyabileceğimiz kulaklar vermedin, bize okuyabilmemiz için kitap vermedin. Tabi olacağımız elçiler göndermedin. Senin öğrettiğin şeyler dışında bir bilgimiz yoktur.’ Daha sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyuracak: ‘Benim erkek ve kadın kullarım! Eğer size bir emir versem yerine getirir misiniz?’ Onlar: ‘Ey rabbimiz! Ne emir buyursan yerine getiririz.’ Derler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, adına “felek” denilen cehennemdeki en şiddetli azaplardan olan ateşe emreder. Sonra bu ateş (felek) cehennemdeki siyah ve karanlık yerinden zincir ve prangalarıyla birlikte dışarı çıkar. Allah Azze ve Celle ona kullarının yüzlerine üflemesini emreder, oda üfler. Bu şiddetli üflemenin sonucunda gökler parçalanır, yıldızlar söner, denizler kurur, dağlar yıkılır , gözler (kararır ve) görmez, hamile kadınlar çocuklarını düşürür, çocuklar kıyamet gününün korkusundan yaşlanır. Sonra Allah Tebareke ve Teâlâ müşriklerin çocuklarına kendilerini bu ateşe atmasını emreder. Önceden her kime Allah Azze ve Celle’nin mutlu olacakları ilmi ulaşmışsa kendisini oraya atar. Ateş onun için İbrahim’e (aleyhi selâm) olduğu gibi serin ve esenlik olur. Ve önceden her kime Allah Azze ve Celle’nin mutsuz ve bedbaht olacakları ilmi ulaşmışsa imtina eder ve kendisini ateşe atmaz. Allah Tebareke ve Teâlâ, ateşe Allah’ın emrini terk ettiği ve ateşe girmekten imtina ettiği için onu kendi içine çekmesini emreder. O da babaları gibi onların peşi sıra cehennemde olur. Ve bu Allah Azze ve Celle’nin burada buyurduğu sözüdür: “Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu. Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır. Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.” (Hud, 105 – 108) Abdusselâm b. Salih el- Herevi İmam Rıza’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Acaba Allah Azze ve Celle, Hz. Nuh (aleyhi selâm) zamanında dünyanın tamamını neden sularla kapladı? Oysa onların içerisinde çocuk ve günahsız olanlar da vardı.” İmam Rıza (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Onların içerisinde çocuk yoktu. Çünkü Allah Azze ve Celle, kırk yıl boyunca Nuh kavminin erkeklerinin sulbünü keserek, kadınlarının rahîmlerini kısır etti ve böylece nesilleri kesildi. Daha sonra içlerinde çocuk olmadığı bir halde suda boğularak helâk oldular. Allah Azze ve Celle suçsuz olanı, suçlunun suçundan dolayı helâk etmez. Nuh’un (aleyhi selâm) kavminden geri kalan diğer kimselere gelince; onların bir kısmı Allah’ın elçisi Nuh’u (aleyhi selâm) yalanladıklarından, diğer bir kısmı ise onların yaptıklarına razı olduklarından dolayı boğularak helâk oldular. Bir işi yapmadığı halde o işin yapılmasına rızayet gösteren kimse, o işi yapmış gibidir.”[1] **** Talha b. Zeyd Cafer b. Muhammed’den (aleyhi selâm) O’da babası İmam Muhammed Bakır’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: “Gerçekten Müslüman çocukları Allah Azze ve Celle’nin katında şefaat ediciler ve şefaat edilenler olarak adlandırılmaktadırlar. On iki yaşına bastıklarında iyilikleri yazılmaya, ergenlik çağına vardıklarında da kötülükleri (günahları) yazılmaya başlanır. *** Zurare Ebu Cafer’den (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: “Kıyamet günü olduğunda Allah yedi grup için delil getirecektir: çocuğa, iki peygamber arasında ölen kişiye (yani kendisinden önceki ve sonraki peygamberi göremeden dünyadan göçen kişiye), aklı olmadığı halde peygamberi idrak eden yaşlı kişiye, ahmak kişiye, akılsız deliye, sağıra ve dilsize. Onlardan her biri Allah Azze ve Celle’ye karşı mazeret ve bahane getireceklerdir.” İmam sonra şöyle buyurdu: “Allah Azze ve Celle onlara kendilerini tutuşturulmuş ateşe sunmaları için elçi gönderecek ve şöyle diyecektir: kuşkusuz rabbiniz size kendinizi ataşe atmanızı emrediyor. Her kim kendisini oraya atarsa orası onun için serin ve esenlik olur ve her kim isyan edip emre itaat etmezse (ateşe atlamazsa) cehenneme götürülür.” **** Zurare b. A’yan Ebu Cafer’den (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: İmam Muhammed Bakır’ı (aleyhi selâm) oğlu imam Cafer’in (aleyhi selâm) küçük çocuğuna (cenaze) namazı kılıp tekbir dediğini gördüm. Sonra bana dönerek şöyle buyurdu: “Ey Zurare! Buna ve bunun gibi küçük çocuklara (cenaze) namazı kılınmaz, eğer insanlar Haşim oğulları küçük çocuklara namaz kılmıyorlar diyecek olmasaydı ona namaz kılmazdım. ” Sonra ben dedim ki: “Acaba Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve alih) çocuklar hakkında sorulmuş mu?” dedi ki: “Evet, Ona sorulmuş O’da şöyle buyurmuştur: “Allah, çocukların ne yapacaklarını daha iyi bilir.” Sonra bana şöyle buyurdu: “Ey Zurare! Allah’ın “Allah, çocukların ne yapacaklarını daha iyi bilir.” Sözünün ne anlama geldiğini biliyor musun?” dedim ki: “Vallahi bilmiyorum.” Şöyle buyurdu: “Allah’ın onlar için istek ve dileği var. Gerçekten kıyamet günü olduğunda Allah yedi grup için delil getirecektir: çocuğa, iki peygamber arasında ölen kişiye, aklı olmadığı halde peygamberi idrak eden yaşlı kişiye, ahmak kişiye, akılsız deliye, sağıra ve dilsize. Onlardan her biri Allah Azze ve Celle’ye karşı mazeret ve bahane getireceklerdir. Allah Azze ve Celle onlara tutuşturulmuş ateş sunması için elçi gönderecek ve şöyle diyecektir: kuşkusuz rabbiniz size kendinizi ataşe atmanızı emrediyor. Her kim kendisini oraya atarsa orası onun için serin ve esenlik olur ve her kim isyan edip emre itaat etmezse (ateşe atlamazsa) cehenneme götürülür.” *** Halebî, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: “Gerçekten Allah Tebareke ve Teâlâ, müminlerin çocuklarının sorumluluğunu İbrahim (aleyhi selâm) ve Sara’ya (selâmullahi aleyha) vermiştir. Onları cennette inek memeleri gibi memeleri olan bir ağaçla, inciden olan bir sarayda beslerler. Kıyamet günü geldiğinde onlara elbise giydirilir ve güzel kokular sürülerek babalarına hediye edilirler. Onlar babalarıyla birlikte cennette kraldırlar.” *** Ebu Bekir el- Hazremi, Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) kendisine Allah Azze ve Celle’nin bu ayeti hakkında sorulduğunda: “İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık.” (Hud, 21) Şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Çocuklar babalarının işlerinden geri kaldılar (babalarından önce dünyadan göçtüler) Allah Azze ve Celle çocukları babalarına katarak bir araya getirir, böylece bununla gözleri aydınlanır, içleri ferahlar.” *** Ebu Basir, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: “Mümin çocuklarından biri öldüğünde gök ve yer melekûtunda bir münadi şöyle nida eder: ‘Bilin ki bu falanın oğludur. Eğer anne babası ölür veya onlardan biri veya ailesinden mümin olanlardan bazıları ölürse çocuğu besleyip yedirmesi için ona verilir. Eğer onlardan hiç kimse ölmezse çocuğu besleyip yedirmesi için Hz. Fatıma’ya (Allah’ın selâmı onun, babasının, kocasının ve çocuklarının üzerine olsun) verilir. Çocuk, ebeveynleri veya onlardan biri veya ailesinden mümin olan biri ölünce ona verilir.” ** Abdullah el- Umri babasından o da atalarından Hz. Ali’nin (aleyhi selâm) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Hz. Ali’ye (aleyhi selâm) çocuğa bulaşan hastalık hakkında sorulduğunda şöyle buyurdu: “(Çocuğun hastalığı) anne ve babası için kefarettir.” *** Mevlâ Al-i Sam Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Hz. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alih) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Bakirelerle evlenin, çünkü ağızları daha hoş, memeleri daha sütlü, rahîmleri daha açıktır; acaba bilmiyor musun? Ben kıyamet günü sizinle diğer ümmetlere karşı (çokluğunuzla) övüneceğim hatta cennetin kapısında gölgede çömelerek bekleyecek olan düşük yapılmış çocuktan bile. Allah Azze ve Celle ona cennete gir diyecek, o da hayır, anne ve babam benden önce girmeden olmaz diyecek. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle meleklerin arasında bulunan meleklerden birine bunun anne ve babasını buraya getirin, diyecek. Onlar geldikten sonra onlara (anne ve babasına) cennete girin diye emredecek ve daha sonra şöyle buyuracak: bu benim sana olan rahmet ve lütfümdendir.” *** Cemil b. Derrac Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: İmam Cafer Sadık’a (aleyhi selâm) peygamberlerin çocukları hakkında sordum bana şöyle buyurdu: “Onlar öteki insanların çocukları gibi değildirler.” Dedim ki: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alih) ölen çocuğu İbrahim eğer yaşasaydı sıddıklardan mı olurdu?” Buyurdu ki: “Eğer yaşasaydı babasının yöntem ve metoduyla hareket ederdi.” *** Âmir b. Abdullah, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle duyduğunu rivayet etmiştir: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alih) oğlu İbrahim’in (aleyhi selâm) kabrinin üzerinde gölge yapması için bir ağaç (salkım) vardı. Ağaç kuruduğunda kabrin izi de kayboldu, kabrin yeri de.” Sonra İmam şöyle buyurdu: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alih) oğlu öldüğünde on sekiz aylıktı. Allah Azze ve Celle onun süt emme dönemini (ki iki yıldır) cennette tamamladı.” *** Cabir b. Yezid el- Cu’fi, Ebu Cafer’den (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: İmam Muhammed Bakır’a (aleyhi selâm) dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Biz bazı çocukların doğduğu sırada öldüklerini, onlardan bazılarının eksik bir şekilde düşük yapılmış olarak öldüklerini, bazılarının kör, dilsiz ve sağır olarak dünyaya geldiklerini, bazılarının dünyaya geldikten kısa bir süre sonra öldüğünü, bazıları ergenlik çağına kadar, bazıları da yaşlanıncaya kadar yaşarlar. Neden böyle olmaktadır ve sebebi nedir? ” imam Muhammed Bakır (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Kuşkusuz Allah Tebareke ve Teâlâ kullarının tedbiri ve idaresinde onların kendilerinden daha evlâdır. O mahlûkların yaratıcısı ve sahibidir. Bundan dolayı eğer Allah onu uzun ömürden mahrum bırakmışsa şüphesiz ona ait olmayan şeyden onu mahrum bırakmıştır. (çünkü ömür dâhil her şey Allah’a aittir) eğer Allah ona uzun ömür vermişse şüphesiz ona ait olmayan bir şeyi ona vermiştir. Allah verdiği şeylerden dolayı lütuf ve ihsan sahibi, vermediği şeylerden dolayı da âdildir. (çünkü verirse kendisine ait olduğundan lütuf ve kerametinden vermiştir, vermezse de zulüm etmemiştir, âdildir.) Yaptığı şeylerden sual olunmaz, bilâkis onlara (kullara) yaptıklarından dolayı sual olunacaktır. Dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Nasıl yaptığı şeylerden sual olunmaz?” buyurdu ki: “Çünkü Allah hikmetten ve doğrudan başka bir şey yapmaz. O, Cebbar (dilediğini yapan), Mütekebbir (ululanan) Bir ve kahhar’dır (her şeyin üzerinde yegâne hâkimdir) her kim Allah’ın verdiği hükümlerde içinde şüphe duyarsa, küfre düşmüş olur ve her kim onun yaptığı işlerde inkâra düşerse kâfir ve inkâr etmiş olur.” ABNA.İR [1] - Şeyh Saduk (r.a) konu hakkında şöyle yazmaktadır: Adalet ve zulmü tanımanın ve ikisi arasındaki yolu belirlemenin yöntem ve metodu bir şeye temayül etmek veya o şeyden nefret etmek değildir. Onun iyi veya kötü olduğuna akıl karar verir. Dolayısıyla bazı fiil ve eylemlerin illetini bilmediğimizden o şeyin kötülüğüne yakin etmemiz ve adalet ölçüsünden dışarı çıkarak o şeyin zahiri görüntüsüne göre amel etmemiz caiz değildir. Bilakis doğru olan hikmeti bize gizli olan çeşitli eylem ve fiillerden birinin hakikatini öğrenmek istiyorsak, failinin delalet ettiği hikmete ve oluşturucusunun durumunu bize tanıtan burhana başvurmamız gerekmektedir. Dolayısıyla icmali olarak Allah’ın işleri hikmet, doğruluk, sağlamlık ve hidayet dışında yapmadığını anladığımız vakit bize, O’nun illetini bilsek de bilmesek de tüm fiil ve eylemlerini bu şekilde yaptığını genellememiz vacip olur. Çünkü bu (Allah’ın işlerinde sağlam ve hidayet edici olduğu) konusunun, akıl açısından has bir fiile ve tek bir cinse ihtisası yoktur. Eğer delil üzere hikmeti bizim için sabit olmuş, burhan ve karinelerle adaleti doğrulanmış bir (doktor) babanın oğlunun organlarından birini kesmesi veya organlarından birini dağlamasını görür de bunları hangi amaçla yaptığını anlayamadığımız ve yaptığı işin illetini bilmediğimizden, bizim maslahat ve hikmetine cahil olduğumuz bu konuda onu kınamız doğru değildir. Çünkü icmali olarak doğru ve sadık bir burhanla babanın oğluna iyi niyet beslediği ve ona olan sevgi ve şefkati sabittir. İşlerin başlangıç ve sonunu bilen Allah Tebareke ve Teâlâ’nın işleri de bu şekildedir. Allah’ın işleri hikmet ve doğruluk üzere yaptığı icmali olarak delille ispat olduğundan; işlerin illetlerinin tafsilatına bilgisizliğimizden dolayı icmali olarak bildiğimiz hükümleri öğrenmek için tevakkuf etmemiz caiz değildir. Özellikle eşyaların illetlerini bilmekten ve cüzi ve küçük şeylerin anlamlarına musallat olmaktan aciz olduğumuzu biliyoruz. Bu o zaman oluyor ki Allah azze ve celle’nin fiillerinin hükümlerine bilgisiz olmadığımız zamanda gerçekleşiyor, ancak onların anlamlarını tam olarak öğrenmek ve onların illetlerini incelememiz için -Allah’a şükürler olsun ki- akli açıdan tafsilatıyla bize hikmetini öğrettiği fillerin tasdikinde de bize mani olmamıştır. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın işleri hikmet üzere yaptığının delili tenakusunun olmaması, ihtilaftan salim olması, bir birlerline bağlı olması, bir şeyin kendi benzerine olan ihtiyaç ve kendi şekline benzerine olan uyum ve insicamı ve her bir çeşidin kendi benzeriyle olan ittisalidir. Hatta eğer feleklerin dönmesi, güneş ve ayların hareketi, yıldızların yolunun birbirlerine girip birbirlerini bozduklarının tasavvurunda bulunsan da. Aziz ve celil Allah’ın önceden de zikrettiğimiz gibi işleri adalet içerikli ve zulümden soyutlanmış özelliklerde olduğundan onun işleri hikmet üzeredir denilmesi doğru olur. Allah azze ve celle de zulmün söz konusu olmadığının ve zulüm yapmamasının delili şudur: Allah Tebareke ve Teâlâ’nın kadim, ihtiyaçsız, bilgisizliğinin olmadığı alim olduğu ispatlanmıştır. Zulüm ise zulmün kötülüğüne cehalet veya ihtiyacını karşılaması için zulme ihtiyaç duyması ve ondan yararlanması dışında gerçekleşmez. Oradaki Allah tebareke ve Teâlâ kadim ve ihtiyaçsızdır artık O’nun için menfaat ve zarar söz konusu olmaz. Olan ve olacak şeylerin iyi mi kötü mü olduğunu bildiğinden işlerini sadece hikmet üzere yaptığı ve doğruluk dışında bir şeyi icat etmediği ortaya çıkar. Bizim yanımızda hikmeti doğru olan birinin kötü bir iş yapmaya ihtiyacı olmaması, o işi terk etme gücü olması, o işin kötü olduğunu bilmesi ve o işin yapılması sonucu halk arasında kınanacağını bilen birinin onun bu büyük günaha düşeceğini ummayız. Böyle birinin kötülüklerle boğuşmasında bir korku yoktur. Bu açıktır. Hamd Allah’a mahsustur.