Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (1)
Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (1)
0 Vote
64 View
Ehlibeyt'in haklılığını ortaya koyan Selefiliği çürüten... Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (1) Ayetullah Kemal Haydari'nin Kevser TV'de Sekaleyn Hadisi çerçevesinde yaptığı ufuk açıcı programların sırayla çevirisini yayınlıyoruz... Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selam, Allah'ın seçkin kulları Muhammed Mustafa'ya (s.a.a) ve seçkin âline olsun. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimize olsun. “Mehdilik” konusu çerçevesinde ele alacağımız diğer bir bahisle sizleri selamlıyoruz. Sizler de “Mehdilik” ile bağı bulunan bu konuda Ayetullah Seyyid Kemal Haydari'nin araştırmalarına kulak vereceksiniz. Ele alacağımız konu ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi'dir. Programımıza hoş geldiniz sayın Seyyid Kemal Haydari Bey. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari: Hoş bulduk. Efendim, ‘Mehdilik meselesi' adlı programda konu hakkında çeşitli incelemeler ve araştırmalar yapıldı. Önceki programlarda ele alınan konularla bu ve bundan sonraki programlarda ele alacağımız Sekaleyn (İki Ağır Emanet) Hadisi'ne giriş olması kabilinden bir açıklama yapmanızı istesek. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari: Koğulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a) ve tertemiz âline olsun. Bizler önceki programlarda İmam Mehdi konusunun dini bir zaruret olduğunu ve bu konunun inançla ilgili mevzuların asıllarından sayıldığını belirtmiştik. Mehdilik mevzusunda, kimilerinin yaptığı gibi söz konusu meselenin dinin zaruretinden sayılacak kadar özen gösterilecek ve önem verilecek bir konu olmadığı, dolayısıyla ikincil veya tali bir mesele olduğu şeklinde bir düşünce oluşturmaya çalışmak doğru değildir. Aksine bu inançla ilgili konulardandır. Bizler bu hakikatin ve Mehdi-yi Muntazar (Beklenen Mehdi) konusunun açıklanması noktasında İslam bilginlerinin ve ilim ehlinin önderlerinin açıklamalarına işaret etmiştik. İslam alimlerinden bir grubun ifadesiyle dile getirecek olursak, Mehdi-yi Muntazar inancı öz be öz akideyle ilgili meselelerdendir. Daha sonrasında konuyu Hz. İmam Mehdi'nin (a.s) diri olup olmadığı meselesinde sonlandırmıştık. Yani İmam Mehdi (a.s), Ehl-i Beyt Okulu'nun inandığı gibi hayatta mıdır, yoksa dünyaya ilerde mi gelecektir? Şöyle bir soru ortaya atmıştık: Hayatta oluşu niçin incelenmelidir? İmam Mehdi'nin (a.s) hayatta oluşunu veya olmayışını incelemenin zorunluluğu nedir? Halbuki hayatta oluşu varsayılsa dahi gözlerden uzak olduğuna göre bilfiil mesuliyeti bulunmamaktadır. Bizler bu soruya cevap vermiş ve şöyle demiştik: Zaruret, Mehdi-yi Muntazar'ın hayatta olup kendisine biat edilmesinin gerekliliğinde gizlidir. Niçin? Zira dini nasslar ‘Boynunda biat bulunmaksızın ölen kimsenin cahiliyye ölümüyle öldüğünü' veya ‘Üzerinde bir İmam olmaksızın ölen kimsenin cahiliyye ölümüyle göçtüğünü' dile getirmektedir. İşte bu gerekçe, söz konusu ele alıp incelediğimiz beş programa girişin nedeni olmuştu. Önceki programlarda, biat edilmesi zorunlu olup, kendisine biat edilmeksizin ölünmesinin cahiliyye ölümü olarak nitelendirildiği ‘İmam' hakkında üç tane yaklaşımın bulunduğunu belirtmiştik. İlk yaklaşım: Genel bir çerçeveyle Emevici bir perspektifi tesis etmeye çalışan eğilimdir. Gerçi sözkonusu yaklaşımın temsilcileri bunu Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat nazariyesi başlığı altında sunmaya çalışmışlardır. Aslında bu nazariye, imama biat edilmesi için adaletin, mümin oluşun, amil oluşun, doğruya iletilmiş oluşun, hidayet gereğince amel edişin şart koşulduğu Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in nazariyesi değildir. Asla ve kat'a. Bu nazariyeye göre, Yezid b. Muaviye gibi birisinin örneğinde olduğu gibi, ona biat etmeyen kimse cahiliyye ölümüyle ölmüştür. Önceki incelememizde okuduğumuz bu nazariyeyi Emevici İslam'ın savunucusu din bilginleri ve Ümeyyeoğullarının şeyhi İbn Teymiyye tesis etmiştir. İbn Teymiye, Yezid b. Muaviye'nin Hz. İsmail'in (a.s) soyu için müjdelenen (Tevrat'ta) 12 önder kişiden biri olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Yani o, “Benden sonra 12 imam vardır” veya “Benden sonraki halifeler ve emirler 12 tanedir” şeklinde aktarılan rivayetleri Yezid'i de içerecek bir şekilde yorumlamıştır. İbn Teymiyye şöyle der: “Abdülmelik b. Mervan ve oğulları, Muaviye ve Muaviye'yle aynı tabakada bulunanlar bir yana, Yezid b. Muaviye dahi bu emirlerden ve imamlardan birisidir.” O şöyle demektedir: “Bu imamlar, Hz. İsmail (a.s) için verilen, ilerde kendi neslinden dünyaya gelecek olan 12 azametli zatın müjdesinde anılan kimselerdir. İşte Yezid b. Muaviye de bunlardandır.” Ancak bir cümleyle de olsa işaret etmek istediğim bir husus var. Bu nazariye Ehl-i Sünnet ve'l- Cemaat'in görüşü değildir. Bu nazariye Emevici bir yaklaşımdır. Ümeyyeoğullarına ait bir metottur. Bu yargımızın delili İmam Kurtubî'nin El-Müfhimü li-ma Eşkele min talhisi Kitab-i Müslim adlı eserinde dile getirdiği açıklamalardır. Allâme, Müslim'in El-İmaret kitabında tahriç ettiği şu rivayete birtakım açıklamalar getirir. Rivayet Huzeyfe b. Yeman'dandır. Huzeyfe şöyle demektedir: “İnsanlar Hz. Rasulullah'a (s.a.a) hayrı soruyor, ben de başıma gelir korkusu ile ona şerri soruyordum. Ve ‘Ey Allah'ın Resulü! Biz cahiliyyet ve şer içinde idik. Sonra Allah bize bu hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan sonra şer var mı? diye sordum. O (s.a.a) ‘Evet' cevabını verdi. Ben ‘Peki bu şerden sonra bir hayır olacak mı' diye sorunca O ‘Evet! Ama o hayırda duman olacaktır!' diye buyurdu. Ben: ‘Onun dumanı nedir' diye sorunca ‘Benim sünnetimden başka yol tutan; benim yolumdan başka yolda giden bir kavim!' buyurdu. Ben ‘Bu hayırdan sonra bir şer olacak mı' diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.a) ‘Evet! Cehennemin kapılarında bir takım davetçiler! Cehenneme gitmek üzere bunlara kim icabet ederse onu oraya atarlar' buyurdu. (1” İmam Kurtubi bu hadisin açıklamasının sadedinde şöyle der: “Öyleyse üç tane şer gerçekleşecektir. Üçüncü şerri açıklarken de şu ifadeleri kullanır: Üçüncü şerrin başlangıcı Yezid ve valileriyledir . Onun ardından da ‘cehennemin kapılarındaki birtakım davetçiler' ifadesine tam uyan Ümeyyoğulları halifeleri gelmektedir. (2)” İbn Teymiyye, işte bunlara biat etmeksizin ölen kimsenin cahiliyye ölümüyle öldüğüne inanmaktadır. Galiba kendisi de bunlardan birisine biat etmiştir. Durumunu bilemiyoruz. Bunlar gerçekte ‘Cehennemin kapılarında birtakım davetçiler bulunacaktır, cehenneme gitmek üzere bunlara kim icabet ederse onu oraya atarlar' ifadesine tam uyan kimselerdir. Eşitliği uygulamamış, adaletle hükmetmemişlerdir. Onların yaşamlarını ve siretlerini aktaran haberler de bu hususu açıkça ortaya koymaktadır. Öyleyse ilk yaklaşım işaret ettiğimiz bu görüşe –yani imamda herhangi bir şekilde adalet ve hidayete erişmiş olma gibi bir niteliği taşımanın şart koşulmadığına- inanmaktadır. Öyle ki Yezid b. Muaviye gibi birisine biat etmek dahi vacip sayılabilmektedir. İkinci yaklaşım; sahabe ve Ehl-i Sünnet ekolünün inancıdır. Bu grup, biat edilmesi vacip olan imamın -önceki programlarda işaret ettiğimiz gibi- en azından adil olma, doğruya iletebilme ve hakka uygun amel edebilme gibi niteliklere sahip olmasını gerekli görmektedir. Üçüncü yaklaşım ise Ehl-i Beyt Medresesi'nin görüşüdür, yani Ehl-i Beyt İmamları'nın çizgisidir. Buna göre biat edilmesi vacip olan imamın masum olması gerekir. Masum olmayan bir kimseye biat etmek caiz değildir. Bir kişi şöyle diyerek itiraz edebilir: Öyleyse sizler niçin Gaybet Dönemi'nde bir fakihe biat edişi dile getiriyorsunuz? Cevap: İmam'ın (a.s) emrettiği şey Gaybet Dönemi'ne ilişkindir. Gerçekte aslî biat İmam'a (as) özgüdür. Değerli izleyiciler önceki programlarda İmam'a (a.s) biat edişi içersinde barındıran ‘Ahd Duasını' her sabah okumanın müstehap oluşunu dile getirdiğimizi anımsayacaklardır. İşte tam bu noktada ele alacağımız konuyla bir bağ kurmak istiyorum. Bu konunun temelleri önceki programlarda işlenmişti. Ancak bu gece ve ilerleyen zamanlarda yapacağımız programın konusuna giriş yapmak istiyoruz. Önceki programlarda İmam Mehdi-yi Muntazar konusunun/inancının bizim nazarımızda kesin olduğunu belirtmiştik. Bizler Ehl-i Beyt İmamları'ndan 12.cisi hakkında konuşmayacağız. Bizler Müslüman bilginlerin İmam Mehdi'nin (a.s) Ahirzaman'da dünyaya geleceği şeklinde ittifak ettiklerini ele alıp bu konuyu inceleyeceğiz. Biz önceki programlarda bu konuyu ispatlamıştık. Zorunlu olarak kısmen tekrar ediyor veya anımsatmalarda bulunuyoruz. Önceki programlarda Mehdi-yi Muntazar'ın Hz. Resul-u Azam'ın (s.a.a) ailesinden olduğunu ve Mehdi-i Muntazar inancının inançsal bir zorunluluk olduğunu açıklamıştık. Ayrıca dini nasslar O'nun Fatıma'nın (a.s) çocuklarından olduğunu ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) soyundan geldiğini belirtmektedir. Bu durumda Hz. Mehdi'nin (a.s) Hz. Resulullah'ın (s.a.a) soyundan olduğu kesindir. İşte tam bu noktada bir soru ortaya çıkmaktadır. İki yönden incelenmesi mümkündür bunun. Bizler değerli izleyicilerin konulara vakıf olabilmesi için hepsini seri halinde, birer birer ele alıp sunacağız. Müslüman bilginlerin açıklamalarında Mehdi-yi Muntazar'ın Ahirzaman'da zuhur edeceği konusunda tam bir uyum bulunmaktadır. Öyle ki rivayetlere göre dünyanın tek bir günlük ömrü kalmış olsa dahi Mehdi-i Muntazar'ın zuhur etmesi bir zorunluluktur. Acaba Mehdi-yi Muntazar el'an hayatta mıdır yoksa değil midir? Bu inceleyeceğimiz bir konudur, diğer bir konu ise nesebidir. Ancak biz şimdi İmam Mehdi'nin (a.s) nesebini inceleyecek değiliz. Zira Ehl-i Beyt Okulu 12. İmam'ın Ehl-i Beyt İmamları'ndan biri olduğuna inanmaktadır. Bu da incelenmesi gereken diğer bir konudur. Burada İmam Mehdi'nin (a.s) hayatta olup olmadığına dair bir soru sormak istiyoruz. Sekaleyn hadisi hangi kanaldan rivayet edilmektedir? Mehdi-yi Muntazar'ın Hz. Resulullah'ın (s.a.a) pak soyundan olduğuna dair sunulan bilgilerle, ‘Allah'ın Kitabı ve itretimin (soyumun) her ikisi de asla birbirinden ayrılmazlar' sözleriyle ifadesini bulan Sekaleyn hadisi arasında bağlantı kurduğumuzda, İmam Mehdi'nin (a.s) pak soydan ve diri olduğunu ve kimliğinin niteliğini ispat ediyoruz. Bu da ele alıp inceleyeceğimiz diğer bir konudur. Diğer bir ifadeyle araştırmamızı mezhebi bir perspektife sığdırmak istemiyoruz. Bizler konuyu, ‘Mehdi (a.s) falanca şahıstır, başkalarına göre de filanca şahıstır' sözlerine sıkıştırmak istemiyoruz. Müslümanların bütünü Mehdi-yi Muntazar'ın zuhur edeceğine inanmaktadırlar. Soru, Hz.Resulullah'ın (s.a.a) soyundan olan Mehdi-yi Muntazar hayatta mıdır yoksa değil midir, şeklindedir. Öyleyse araştırmamızda ele alacağımız nokta belirginleşmektedir. Bizler 12. İmam'ın Ehl-i Beyt İmamları'ndan olduğunu ispat etme sadedinde değiliz. Yani ele alacağımız konu mezhebi bir konu değil, genel İslami bir konudur. Yani, evrensel bir ıslah edici olan zatın Mehdi-yi Muntazar olduğuna dair inanç bütün Müslümanların iman etmesi gereken İslami bir akidedir, diyebilir miyiz? Sakaleyn Hadisi'nin incelenmesine başlamadan önce bu ve bundan sonraki incelemelerde pekiştirilecek olan yöntemsel bir noktaya işaret etmek istiyorum. Programlarımızda dile getirilen hususları reddetmek için bazı televizyon programlarında veya bazı kimselerin dillerinde öyle açıklamaları işitiyor ve dinliyoruz ki, bunlar bizim yöntemsel olarak uyulması konusunda ittifak ettiğimiz ve uymaya özen gösterdiğimiz usule uymamaktadır. Bizler evvelemirde bir mezhebe özgü olan herhangi bir hadisin diğer taraf aleyhinde kullanım noktasında kanıt olmadığını dile getirmiştik. Yani örneğin Usul-u Kâfi'de mevcut olan rivayetler diğer İslami mezhepler için kanıt olma özelliğine sahip değildir. Onlar da Sahihü'l-Buhari ve Sahihü'l-Müslim gibi hadis mecmualarında geçen rivayetleri delil olarak kullanabilme hakkına sahip değiller. Bilimsel araştırmalarda ve tartışmalarda bu metodun hiçbir kıymet-i harbiyesi bulunmamaktadır. Zira bilimsel tartışma metodu, bizim sadece her iki tarafça da kanıt olarak kabul edilebilen verileri delil olarak kullanmamızı gerektirmektedir. Bu metod karşı tarafı ilzam etme türündendir. Bu metod sadece karşı tarafı ilzam etme türünden değildir. Hatta bundan daha fazla bir işleve sahiptir. Ele alacağımız konunun karşı tarafı bağlama meselesinden daha derin bir anlam ifade ettiğini belirtmek isterim. Zira Ümmet'in ne dalalet ne de hata üzerinde birleşeceği noktasında hiçbir şüphe ve tereddütü kabul edemeyiz. Hakkında icmanın gerçekleştiği herhangi bir meseleyle karşılaştığımızda bu konuda herhangi bir hata olmadığını açık ve net şekilde kabul ederiz. Zira icma eden bu grubun içinde Ehl-i Beyt Okulu da bulunmaktadır. Tabiatiyle böyle bir meselede ne hata ne de dalalet olması mümkündür. Dolayısıyla mesele bundan daha derin bir boyuta sahiptir. Nazmü'l-Mütenasir min Hadisi'l-Mütevatir adlı eserin müellifi Ümmet'in masumiyeti hadisleriyle ilgili olarak şu notu düşer: “Ümmet'in masumiyeti ve Ümmet'in dalalet ve hata üzerine toplanmayacağı hadisleri İbn Hümam'ın et-Tahrir adlı kitabında ve diğer birtakım bilginlerin de kendi eserlerinde belirttikleri gibi mana bakımından mütevatirdir…. ‘Allah-u Teala ümmeti dalalet üzere bir araya getirmez' sözleri bu hadisin lafızlarından birisidir.(3) Bizler defalarca bir rivayetin sahabeden gelen kanallarının beşe ulaşması halinde o rivayetin mütevatir olduğunu belirtmiştik. (4)Öyleyse bu lafızlar sünnet sahasında hüccettir. Bu hüccet oluş herhangi bir sünnet için değil de üzerinde icma gerçekleşen bir sünnet için söz konusudur. Gerçi bazen öyle sünnetler söz konusudur ki bize göre kanıt olma özelliğine sahip olduğu halde sizin için kanıt olmaz veya size göre kanıt olma özelliğine sahip olduğu halde bizim için kanıt değildir. Ancak şu kadar var ki hakkında icmanın gerçekleştiği bir sünnet hakkında kimsenin tartışma ve kuşku doğurma hakkı söz konusu değildir. Bundan dolayı bizler bu incelemelerimizde bu kuralı ihlal ememeye özen göstereceğiz. Ele alıp incelediğimiz konular hakkında tv programlarında veya internet sitelerinde bize yanıt vermek isteyenler verebilirler. Zira bizler defalarca onlara meydan okuduk ve işlediğimiz konular hakkında cevapları varsa cevaplarını versinler dedik. Eğer bu hakikatlerden herhangi birisine cevap vermek istiyorsanız dayanağınızın her iki mezhepçe de hakkında icma bulunan nebevi nasslar olmalıdır. Sadece tek bir mezhebe özgü nasslar olmamalıdır. İnşallah Sakaleyn Hadisi hakkında da bu metoda riayet etmeye çalışacağız. Önemli bir hususa parmak bastınız. Kardeşlerden birçoğu tartışma ve münazara programlarında herhangi bir kitapta geçen bir hadise dayanmaktadırlar ki biz de bunu esasen kabul edemiyoruz. Yahut da o rivayet kanıt olma özelliğine sahip değildir. Bu nokta önemlidir. Yani kanıt olarak kullanılacak hadisin, sizler nasıl kabul ediyorsanız bizlerin de öylece kabul edebileceğimiz türden olmalıdır. Yani her iki grup tarafından da rivayet sahih olabilmelidir. Efendim tartışmalarda ve ilmî incelemelerde dikkat edilecek önemli bir çerçeve çizdiniz. Yani Ümmet'in bütünü nazarında hakkında ittifakın gerçekleşmiş olduğu bir veriye dayanmak. ‘Hakkında ittifakın gerçekleşmiş olduğu veri' ifadesi sadece Kütüb-ü Sittede geçen rivayetler dairesinin dışına çıkabilmeyi gerektirmektedir. Diğer bir ifadeyle İslam Ümmeti'nin bütünü nazarında ittifak edilen verilere dayanabilmeyi gerektirir. 3- Tirmizi ve Tirmizi'nin dışında bazı müellifler bu hadisi İbn Ömer'den tahriç etmişlerdir. Hadisin isnadındaki ricâl güvenilir kişilerden oluşmaktadır. İmam Ahmed ve onun dışında bazı müellifler bu hadisi Ebu Basra el-Gaffari'den tahriç etmişlerdir. Ebu Davud ve bazı diğer müellifler ise bu hadisi Ebu Malikel-Eşari'den tahriç etmişlerdir. İbn Mace ve İbn Mace dışındaki bazı müellifler bu hadisi Enes'den tahriç etmişlerdir. Hakim de el-Müstedrek'inde İbn Abbas'tan tahriç etmiştir. 4- Ebü'l-Feyz Cafer el-Hasani el-İdrisi, Nazmü'l-Mütenasir min Hadisi'l-Mütevatir, s.104, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan Evet, bütün İslami yönelişlerin ve yaklaşımların imamlarının nazarında ittifak edilen veriler İsterseniz Sakaleyn Hadisi'nin delaleti konusuna geçelim. Sizler bilimsel metoda işaret ettiniz. Sakaleyn Hadisi'nin sened ve delalet açısından incelenmesinin girişinde bize inceleyeceğiniz konunun sınırlarını açıklayabilir misiniz lütfen? Biz bu ve bundan sonraki programlarda neyi inceleyeceğimizi, bu konuların sınırlarını ortaya koymak istiyoruz. Sakaleyn Hadisi'nin incelenmesi şu şekilde gerçekleşecektir. İlk önce söz konusu hadisin meşhur metnini bilmemiz gerekmektedir. Zira Sakaleyn Hadisi'nin farklı varyantları bulunmaktadır. Bu bağlamda Sakaleyn Hadisi'nin meşhur ifadelerini incelemek istiyorum. Daha sonrasında ise bu mübarek hadisin lafızlarının toplamını sunacağız. Yani bütün Müslümanlar arasında ittifak edilen hususu sunacağız. Zira kanaatimizce Sakaleyn Hadisi'nin bir rivayetinde bulunan bir hususiyet vardır ki diğer rivayette söz konusu değildir. Yani elimizdeki rivayet metinlerinden birisinde Ehl-i Beyt (a.s) hakkında “gökten yere uzanan bir ip” ifadesi kullanıldığını göz önüne alınız. Hadisin bu bölümüne dayanmak mümkün değildir. Bizler bu sahada İslami yönelişler ile imamlar arasında ittifak edilen metne vakıf olmaya çalışacağız. Bütün herkesin ittifak ettiği hadis metnine vakıf olmamız gerekmektedir. İkinci olarak da Sakaleyn Hadisi'nin senedini incelememiz gerekmektedir. Acaba bu hadis bir senede sahip midir, sahipse senedi sahih veya zayıf mıdır? Sahih ise hadis mütevatir midir yoksa değil midir? Zira bazen hadis sahih olduğu halde haber-i vahid olabiliyor. Bu durumda hadis, hevasından konuşmayan, ancak vahiyle konuşan Zat'ın (s.a.a) ağzından sadır olduğundan dolayı kesinlik ve yakin ifade eden mütevatir hadisin aksine zann dışında başka bir şey ifade etmiyor demektir. Üçüncü olarak da şu: Bu meseleyi enine boyuna incelemeliyiz. Değerli izleyicilerin bizler bu incelemeleri neticelendirinceye kadar ince ve dakik bir kavrayışa sahip olmaları gerekmektedir. Sakaleyn Hadisi'nde geçen Ehl-i Beyt'ten (a.s) ve İtret-i Resulden murad nedir? İster ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor'(33/ Ahzab/33) ilahi buyruğuyla ilintili olsun ister ‘Aranızda İtretim olan Ehl-i Beytimi bırakıyorum' hadis-i nebevisi olmuş olmuş olsun fark etmemektedir. Naslarda ‘Ehl-i Beyt' ismi geçtiğinde, hangi nas olursa olsun, bu kelime grubundan ne murad edilmektedir? İslam alimleri ne tür açıklamalarda bulunmaktadırlar? Yukarıda değindiğimiz açıklamaya baş vuruyoruz tekrar. Falanca şahıs bu kelime grubundan muradın Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları olduğunu söylüyor, bizler de şöyle diyoruz şeklinde değil. İslam alimlerinin Ehl-i Beyt hakkında yaptıkları açıklamalarındaki ittifak edilen noktaya müracaat edeceğiz. Dördüncü olarak da ‘sünnetim' ibaresini barındıran hadis metninin sahih olup olmadığı konusunu inceleyeceğiz. Yani ‘Allah'ın Kitabı ve sünnetim' şeklinde rivayet edilen Sekaleyn Hadisi metinlerinden elimizde sahih olanı bulunmakta mıdır? Eğer sahih bir hadis metni bulunuyorsa ‘itretim' ifadesini barındıran hadis metniyle çelişki halinde değil midir? Yahut da içerik ve muhteva olarak hadis metinleri birbiriyle çatışmamakta mıdır? Bu mesele de incelememiz gereken diğer bir konudur. Beşinci olarak ise ki galiba bu konu en önemli meselelerdendir, Sekaleyn Hadisi'nin içeriğinin, delalet ettiği anlamların ve neyi ifade ettiğinin anlaşılması gelmektedir. İster zahir olmuş, isterse zahir olmamış olsun İtret'in bütün dönemlerde Kur'an'la birlikte mevcud olması gerektiği şeklinde yapılan anlamlandırmayı ispat etmemiz gerekmektedir. İster ondan istifade edelim ister etmeyelim, Ümmet açısından ister bir yararı bulunsun ister bulunmamış olsun fark etmemektedir. Sekaleyn Hadisi Kur'an'dan ayrılmayan, Kur'an'ın da kendisinden ayrılmadığı İtret-i Tahire'den (Pak Soy) bir bireyin Kur'an ile birlikte bulunmasını mı gerektirmektedir? Ve sonuncu nokta: Konuyla ilgili olarak ortaya çıkan problemlere vakıf olmak gerekmektedir. Zira bu hadisle ilgili olarak, kimisi hadisin senedi, kimisi hadisin delaleti, kimisi de içeriği hakkında problem çıkarmaya çalışmıştır. Kimisi “sünnetim” rivayetini “itretim” rivayetine öncelemektedir. Allah'ın izniyle detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz konular bunlardır. Değerli izleyicilerin bu hakikate dikkat etmeleri gerekmektedir. Zira Sakaleyn Hadisi'nin içeriğine vakıf olan bir kimse dini marifetlerin büyük bir bölümüne de vakıf olur. Bu hadisle birlikte sadece İtret-i Tahire'den hayatta bulunan bir kişinin varlığının zorunlu oluşunu kavramayacağız, bununla birlikte inançsal hakikatlerin ve başat dini marifetlerin bir bölümü de açıklığa kavuşacaktır. Zira bu konular da Sekaleyn Hadisi'nin kapsamında yer almaktadır. Acaba ‘Benden sonra asla sapıtmayacaksınız' ifadesi de hakkında ittifakın gerçekleştiği bölümlerden midir yoksa değil midir? Sekaleyn Hadisi'ndeki bu ibare -‘Tutunduğunuz müddetçe asla sapıtmayacağınız'- kesinlikle bulunuyorsa -yani sapıklıktan kurtuluş olgusu sabitse- hangi mümin ve Müslüman bireyin zihninde sapıklıktan kurtuluştan daha önemli bir olgu yer alabilir? Aslında inançlarımızın ve eylemlerimizin hepsi sapıklıktan kurtuluş içindir, dosdoğru yolda bulunup, ilahi gazaptan kurtulmak ve sapıklardan olmamak amacıyladır. ‘Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil' (Fatiha/6-7) Müslümanlar sapıklıktan kurtulmak için günlük olarak bu ifadeleri defalarca tekrar ederler. Sekaleyn hadisinin ‘Tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacaksınız' ifadesini içermesi kesinse bu ikisine kuvvetle tutunmanın gerekçesi nedir? Birilerinin ‘Tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacaksınız' ibaresinin ve tutunmanın sadece Kitap'la bağlantılı olduğu, İtret-i Tahire ile ilgisi bulunmadığı şeklindeki sözlerinin değeri de ileride açıklığa kavuşacak. Öyleyse konu son derece önemli, hayatidir. Galiba sırf bu nedendendir ki günümüzdeki bazı bilginlerin ve muhakkiklerin ‘Havuz başında bana dönünceye kadar onlar birbirlerinden ayrılmazlar' ifadesi hakkında kuşku oluşturmaya çalıştıklarını müşahede etmekteyiz. Kimileri de ‘Benden sonra asla sapıtmayacaksınız' ifadesi hakkında kuşku oluşturmaya çalışmaktadır. Bazıları da temessük/tutunma kavramı hakkında bazı fikirler ileri sürmekte ve tutunmanın Kitab-ı Kerim'e özgü olduğunu ileri sürmeye çalışmaktadır. Metin hakkında hiçbir çıkış yolu bulamayan ise sened hakkında münakaşaya girişmekte ve şöyle demektedir: “Esasında bu rivayetlerin senedi zayıftır. Büyük bilginlerin birçoğu bu rivayetleri zayıf olarak görmektedir.” Bizler dinimizin yarısının Sekaleyn Hadisi'nde mündemiç olduğunu tasavvur etmekteyiz. Değerli kardeşlerim Sekaleyn Hadisi hakkında Allah-u Teala'nın ‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının' (59/el-Haşir/7) buyruğunu okuduğumuzda hiç kimsenin zihnine İtret-i Tahireyi ispat etmeye çalıştığımız düşüncesi gelmesin. Kur'an-ı Kerim bize ‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının' buyurmaktadır. O Peygamber (s.a.a) heva ve hevesinden konuşmaz, Onun yegane konuşması vahiyledir. Kitab ve Sünnet'e tutunmakla emrolunduğumuza ve bu ikisine tutunmakla sapıklıktan kurtulacağımız bize bildirildiğine göre dinimize Sekaleyn Hadisi çerçevesinde vakıf olmamız gerekmektedir. Belirttiğiniz son nokta son derece önemli bir hususu içermektedir. Yani Sekaleyn hadisinin kendisi insanda bu hadisi araştırmanın gerekliliğini ortaya koymalıdır. Bilginlerin bu hadis hakkında nasıl tavır takındıkları açıklığa kavuşacaktır. Sunumunu yaptığınız araştırma konusu hakkında Sekaleyn Hadisi'yle ilgili bir konu daha bulunmaktadır. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) Sekaleyn Hadisi'ni bir defa mı söylemiş yoksa daha fazla mı dile getirmiştir? Bunların hepsine vakıf olacağız. Bu hadis Hz. Resul-u Azam'ın (s.a.a) dilinden sadece bir defa ve bir tek lafızla dökülmüş değildir. Aksine bu rivayet Hz. Resulullah(saa)'in dilinden pekçok kez sadır olmuştur. Efendim, bu metodla belirtmiş olduğunuz ilk adımla konuya başlayalım. Sekaleyn Hadisi'nin meşhur metninin sorulması gerekmektedir. Hadisin meşhur metni nedir? Değerli izleyicilerimize ilerde de söz konusu edileceği gibi, büyük bilginlerden ve Müslüman imamlardan gelen açıklamalara göre bu hadisin Hz.Resul-u Azam (s.a.a) tarafından sadece bir defa söylenmediğini belirtmek isterim. Sekaleyn Hadisi belirli bir vakıa itibariyle de söylenmiş değildir. Aktarılagelen Sekaleyn Hadisi'nin çeşitliliği bunu gözlerimizin önüne sermektedir. Zira bizler ilerleyen zaman dilimlerinde bu mübarek hadisin tek bir metinle gelmediğini göstereceğiz. Bu hadis çeşitli kiplerle varid olmuştur. Hadis metinlerinin çeşitliliği sadece tek bir defa söylenmediğinin ve Hz.Peygamber'den (s.a.a) tek bir defa sadır olmadığının en önemli delillerindendir. Sekaleyn Hadisi çeşitli ortamlarda ve farklı koşullarda defalarca kez tekrar edilmiştir. Allah'ın izniyle bu gece bu konuyu irdelemeye çalışacağız. Sekaleyn Hadisi'nin ilk metni dört büyük İslam bilgininin açıklamalarında geçmekte ve hepsi de hadisin bu metnini sahih kabul etmektedirler. Yani onların açıklamalarında hadisin bu metninin gâh sahih gâh zayıf olduğuna dair herhangi bir söz söylenmiş değildir. Aksine söz konusu bu bilginler hadis metnini sunmuş ve sahih olduğunu belirtmişlerdir. Hadisin bu metninin ilk geçtiği eser İmam Tahavi'nin Şerh-ü Müşkili'l-Asar adlı eseridir. Öncelikle İmam Tahavi'nin kimliğine kısaca işaret etmek istiyorum. İmam Zehebi onun hakkında şöyle der: İmam Allame büyük hafız, Mısır diyarının muhaddisi ve fakihi Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahavi el-Hanefi. Tasnifleri bulunmaktadır. Mısır'ın Taha köyündendir. Bu imamın teliflerine bakan bir kimse ilminin ve marifetinin yüceliğini anlar. İmam Zehebi onu güvenilir bir şahsiyet olarak saydığı gibi İbn Kesir de hakkında övgü dolu ifadeler kullanır ve kendisini güvenilir bir şahsiyet addeder. (5) 5- Siyer-ü Alami'n-Nübela,c.15, s.27, 15 nolu tercüme-i hal; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.15, s.71-2 Şimdi sorumuz şudur: Tahavi bu konu bağlamında ne tür açıklamalar yapmaktadır? Ben değerli izleyicilerimizin dikkatlerini İmam Tahavi'nin ibarelerine çekmek istiyorum. İşte ibaresi. O şöyle demektedir: “Rivayet Zeyd b. Erkam'dandır. Zeyd b. Erkam'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Hz. Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken Gadir-i Hum denen yerde konakladığında, diken ağaçlarının altının süpürülüp temizlenmesini emretti. (İnsanlar yerleştiğinde) şöyle buyurdu: Öyle anlaşılıyor ki ben Allah tarafından kendi katına çağırılmışım da bu davete icabet etmişim (vefatım yaklaşmıştır). Hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bıraktım. Onlardan biri diğerinden daha büyüktür, Allah'ın kitabı (Kur'ân'ı) ve İtretim (Ehlibeyt'imi). Benden sonra onlara nasıl davranacağınıza nasıl bir tavır takınacağınıza bakın. Şüphesiz onlar, (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Sonra şöyle devam ettiler: Muhakkak ki Allah-u Teala benim mevlamdır, ben de her mü'minin mevlasıyım. Sonra Ali(as)'nin elinden tutarak şöyle buyurdu: Ben kimin mevlası isem, bu (Ali) de onun velisidir. Allah'ım onu seveni sev, ona düşmanlık besleyene düşman ol… Hadisin ravisi Ebu Tufeyl diyor ki: Zeyd'e bunu Hz. Resulullah'dan (s.a.a) gerçekten duydun mu, diye sorunca şu cevabı verdi: Evet, o gün ağaçların altında olup da bunları gözleriyle görmeyen ve kulaklarıyla duymayan hiç kimse yok!” Ebu Cafer et-Tahavi daha sonra şöyle der: Bu hadisin isnadı sahihtir. (6) Ben değerli izleyicilerin bu konuları akıllarında tutmalarını istiyorum. Zira daha sonra hadisin senedi hakkında kuşku oluşturmaya çalışan kimsenin kimliği açığa çıkacaktır. Bu hadisin isnadı sahihtir ve isnad zincirinde eleştirilmiş hiçbir ravi söz konusu değildir. Hadisin rivayeti ve ravileri hakkında eleştirilerde bulunan hiçbir uzman bilgin bulunmamaktadır. Hadiste Hz. Resul-u Azam'ın (s.a.a) İmam Ali'ye (as) söylediği nebevi buyruğu Medine'den hacca gidişte değil de hacdan Medine'ye dönüşte söylendiği bilgisi de bulunmaktadır. İşte Tahavi ilk imamdır. O, kitabının 20. sayfasında ‘Ben kimin mevlası isem, bu (Ali) da onun mevlasıdır' içeriğini aralarında zayıf kanalların da bulunduğu birçok tarikten nakleder. Ancak Tahavi sonuçta şöyle der: Allah'a ve nimetine hamd olsun ki Ebu Avane'nin başka bir kanaldan, Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiği varyantı bizim ihtiyacımızı gidermektedir. Zira Yakub b. Cafer'in rivayet ettiği varyantı -ki bu hadisin isnad zincirinde zayıflık bulunmaktadır- Ebu Avane'nin rivayet ettiği varyantla tearuz edebilecek bir kuvvetliliğe sahip değildir. Hadis metninin senedinin sahih oluşuna ilk işaret eden İmam Tahavi'dir. Bu hadise işaret eden ikinci zat ise İmam Nesâi'dir. İmam Nesâi iki yerde veya iki kitapta bu hadise değinir. Bunların ilki ‘Hasaisü Emiri'l-Müminin Ali İbn Ebi Talib' adlı eserdir. Nesâi şöyle der: “Öyle anlaşılıyor ki ben Allah tarafından kendi katına çağırılmışım da bu davete icabet etmişim (vefatım yaklaşmıştır). Hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bıraktım. Onlardan biri diğerinden daha büyüktür, Allah'ın kitabını (Kur'ân'ı) ve İtretim'i (Ehlibeyt'imi). Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız? Şüphesiz onlar, (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Sonra şöyle devam ettiler: Muhakkak ki Allah-u Teala benim velimdir, ben de her mü'minin velisiyim. Hadisin Haşiyesinde Zehevi şöyle der: Bu hadisin isnadı sahihtir. Hadisi Ahmed, Bezzar, Hakim, Taberani, İbn Asım ve Harezmi de tahriç etmişlerdir. (7)” İmam Nesâi'nin hadisi rivayet ettiği ikinci yer Fazailü's-Sahabe kitabıdır. Kitab, Şeyh Allame Mukbil İbn Hadi el-Vedai'nin takdimiyle sunulmuştur. Nesâi hadisi bütünüyle rivayet ettikten sonra şunu ekler: “Bu ikisi hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza bir bakınız.” Kitabı tahkik eden hadisin ardından şu notu düşer: Rivayet sahihtir. Rivayetin tahrici yukarıda geçmişti. (8) Ancak değinmemiz gereken başka bir nokta var ki o da hadisi sahih sayanlardır. Bu nokta gerçekten önemlidir. İmam Tahavi ve İmam Nesâi'ye ek olarak İmam Zehebi de hadisi sahih sayanlar arasındadır. Burası önemli, zira Zehebi sahabe ekolünün ilkelerine değil de Emevici bir tavra sahiptir. İmam İbn Kesir ise şöyle der: Nesâi es-Sünen'inde Ebu Tufeyl kanalıyla Zeyd b. Erkam'dan şöyle rivayet etmiştir: “Hz. Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken Gadir-i Hum denen yerde konakladığında, diken ağaçlarının altının süpürülüp temizlenmesini emretti. Öyle anlaşılıyor ki ben Allah tarafından kendi katına çağırılmışım da bu davete icabet etmişim (vefatım yaklaşmıştır).” İbn Kesir rivayeti herhangi bir arttırma ve eksiltmede bulunmaksızın rivayet eder. (9) 6- Şerh-ü Müşkili'l-Asar, c.5, s.18 7- Hasaisü Emiri'l-Müminin Ali b. Ebi Talib , s.71, Hadis No:79, Tahkik ed-Dani İbn Münir Al-i Zehevi 8-Fazailü's-Sahabe, s.53, 45. Hadis, 9-El-Bidayetü ve'n-nihaye, c.7, s.668 İbn Kesir, şeyhi Ebu Abdullah ez-Zehebi'nin hadisin sahih olduğuna dair değerlendirmesini aktarır. Kendisi de onun bu değerlendirmesine itiraz etmez. Önemli olan diğer bir nokta da bu hadisi daha öncesinde Ebu Hakim en-Nişaburi'nin sahih saymasıdır. Nişaburi ayrıca hadisin Buhari ve Müslim'in şartları gereğince sahih olduğu halde tahriç edilmediğini de belirtir. (10) Eyvah ki eyvah, neden acaba! Bu derece öneme sahip bir hadis, Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemektedir. Kanaatimizce önemli olan nokta Nişaburi'nin el-Müstedrek'te işaret ettiği hadisin ikincil işlerle bağlantılı olmasıdır. Zehebi de hadisi nakleder ancak herhangi bir not düşmez. İşte bu nokta İmam Nişaburi'nin dile getirdiği hususlarda kuşku oluşturabilmenin kaynağına dönüşür. Bundan dolayıdır ki Al-i Zehevi ‘Hasaisü Emiri'l-Müminin Ali b. Ebi Talib' adlı eserde rivayeti zayıf gösterme uğraşısı içine girerek şöyle der: “Bu rivayet hakkında Zehebi hiçbir değerlendirmede bulunmaz.” Al-i Zehevi, Zehebi'nin öğrencisi olan İbn Kesir'in şeyhinin rivayetle ilgili değerlendirmesini okumamış gibidir. İzleyicilerin dikkatini önemli bir noktaya çekmek istiyorum. Zehebi'nin, el-Müstedrek'de not düşmediği hadisi sahih görmediği anlamını çıkarmak doğru değildir. Zira el-Müstedrek içersinde Zehebi'nin sahih saydığı halde not düşmediği rivayetler de vardır. Buraya kadar sunulan açıklamalar hadisin bu metninin sahih olduğunu ve dört hatta beş tane büyük bilgin tarafından sahih sayıldığını ortaya koymaktadır. İlki İmam Tahavi, ikincisi Nesâi, üçüncüsü Zehebi, dördüncüsü Nişaburi ve beşincisi de İbn Kesir'dir. Bunlar hadisin bu metninin sahih olduğunu belirtmektedirler. Teşekkürler, Allah razı olsun Sayın Kemal Haydari bey. Süremiz doldu. Es-Selamü Aleyküm ve Rahmettullahi ve Berekatûh. Devam edecek... Çeviren: Cevher Caduk medyasafak.com