İnsanın Özgür ve Muhtar Oluşuna Yönelik Şüpheler
İnsanın Özgür ve Muhtar Oluşuna Yönelik Şüpheler
0 Vote
101 View
Allahla ilgili konular 3 İnsanın Özgür ve Muhtar Oluşuna Yönelik Şüpheler Allah Teala’nın adaletine yönelik insanı çıkmaza sürükleyen bazı şüpheler söz konusudur. Burada bu şüphelerden ikisine değinilecektir: “Allah Teala, insanın fiilleri de dahil olmak üzere, cihanda olan her şeyi ezeli olarak bilmektedir. Allah Teala'nın ilminin tersinin de gerçekleşmesi mümkün olmadığından, isyankarların Allah Teala'nın ilmi doğrultusunda isyan etmeleri gerekir. Aksi taktirde, Allah Teala'nın ilmine ters davranmış olurlar ki, bu muhal ve imkansızdır. O halde insanın fiilleri de dahil olmak üzere, her şey Allah Teala'nın ilmine uygun olarak gerçekleşir. Bu durumda artık insanın kendi seçiminin ve ihtiyarının bir anlamı kalmaz. Demek ki, insan özgür ve muhtar olmayıp, Allah Teala'nın ilmine uygun olarak hareket etmek zorundadır.” İnsanın Özgür ve Muhtar Oluşuna Yönelik Şüpheler Birinci Şüphe İnsanın iradesi, onun içinde bulunan içgüdüler ve meyillerle, toplumsal hayatta karşılaştığı, onu etkileyen bir takım ekonomik ve toplumsal etkenlere tabidir. İnsanın aldığı bütün kararlar, bu duygularının ve toplumsal etkenlerin tesiri altında kalınarak alınmaktadır. Ne bu duygularının varlığı ve harekete geçişi insanın ihtiyarı dahilindedir, ne de toplumsal hayatta karşılaştığı etkenler. Dolayısıyla bu etkenlerin tesiri altında kalınarak alınan kararlar da ihtiyari olamaz. Cevap: Ne bahsi geçen içsel duygu ve meyillerin varlığı ve tesiri inkar edilmektedir, ne de toplumsal etkenlerin varlık ve tesiri. Ancak hakikat şudur ki, anılan etkenler sadece insanın karar alması için ortam hazırlamaktadır. Yoksa, insanın aldığı kararlar bunların kaçınılmaz zorunlu bir sonucu değildir. Yani, bu etkenler insanın herhangi bir konuda düşünerek karar vermesine sebep olur. İnsanın aldığı karar, bu etkenlerden kaynaklanan zorunlu bir müsebbep değildir. İnsanın karar aşamasında tereddüde düşerek konunun zarar ve kârı üzerinde teemmül etmesi bunun en bariz kanıtıdır. Kısacası, insanın iradeyle hareket edip, işe koyulması ile, hayvanın iradeyle hareket edip, işe koyulması arasında fark vardır. Hayvan da iradeyle hareket edip işe koyulur. Ancak hayvanın iradesi, tamamıyla onun içgüdüleri ve doğal meyillerine tabi olup onların dışına çıkamaz. Hayvanın eylem türü tümüyle iltizazi (zevkine dayalı) olup, onun içgüdüleri ve tabii meyillerine bağlıdır. Hayvan herhangi bir hareketi kendi içgüdüleri ve meyillerine uygun görürse, hiç düşünmeden onun gereğini yapar. Ama insan böyle değildir. İlk olarak; insanın sahip olduğu içgüdülerle, hayvanın içgüdüleri arasında büyük bir fark vardır. İnsanın içgüdüleri, sadece hayvani içgüdüler olarak adlandırılan içgüdülerle sınırlı değildir. İnsanın içgüdüleri arasında, onun insani yapısından kaynaklanan güzelliğe, yüce ahlaki değerlere, yüceliğe ve hakikate meyletme gibi manevi içgüdüler de vardır. Dolayısıyla insanın hayvani içgüdüleri bu içgüdülerin ışığında çalışmaktadır. Sonra; insanın eylem türü tedbiridir. Yani, herhangi bir şeyin yalnızca insanın bir takım içgüdüleri ve doğal meyillerine uygun olması, insanın karar almasında yeterli değildir. Aksine, insan herhangi bir şeyin onun bir takım içgüdü ve meyillerine uygun olduğunu tasavvur ettikten sonra, sahip olduğu özel istidat sayesinde, bir takım inceleme, mukayese etme ve sonucun ne olacağı hususunda da düşünmeye başlar. Bu hususta geçmiş tecrübelerine baş vurup, bir takım ön kestirmelerde bulunmaya çalışır. Bu şeyin doğurabileceği bütün mantıki sonuçlar ile, taşıyabileceği bütün malzumatı ve akla gelen bütün yarar ve zararlarını gözden geçirmeye başlar. Sonuçta eğer onun yararının zararından daha fazla olduğunu görürse, onu yapmaya karar verir. Ama eğer onun zararının yararından daha fazla olduğunu görür, meselâ, onun bazı duygularına nispet lezzetli ve yararlı olduğu halde, bilahare bir takım daha fazla zararları olacağını veya içinde bulunan diğer içgüdülerine uygun olmadığını görürse, onu yapmamaya karar verir. İşte insanların aklanı duygularını tatmin etmek amacıyla, bir çok hayvani duygularına uygun olan eylemleri terk etmeleri, bir bilim adamının ilmi değerlere ulaşmak gayesiyle bütün cismani lezzetleri göz ardı edip, bir çok maddi ve cismi acılara katlanması, bir kahramanın yüksek değerler uğrunda, hatta kendi hayatını bile feda etmeyi göze alması, hasta bir insanın daha hayırlı gördüğü sıhhatine kavuşması için acı da olsa, severek doktorun bıçağı altına yatması ve tabiatının sevmediği ilaçları kullanması insanın bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanın durumu dış etkenler karşısında da aynıdır. İnsan dış etkenler karşısında da bir konuda karara varmak için konuyu aklı incelemeye tabi tutup zarar ve kârını gözden geçirmeden karar vermez. İnsana bu özelliği sahip olduğu taakkul gücü vermektedir. İnsan bu güç sayesinde yüksek ahlaki değerlere ve toplumsal medeni yaşantıya sahip olup, diğer varlıkların kabul edemediği ilahi emaneti kabul etmeye liyakat kazanmıştır. O halde mezkur şüphe insanın muhtar bir varlık oluşuna bir halel getirmemektedir. Dolayısıyla bu şüpheye istinat edilerek insanın muhtar bir varlık oluşu inkar edilemez. İkinci Şüphe Allah Teala, insanın fiilleri de dahil olmak üzere, cihanda olan her şeyi ezeli olarak bilmektedir. Allah Teala'nın ilminin tersinin de gerçekleşmesi mümkün olmadığından, isyankarların Allah Teala'nın ilmi doğrultusunda isyan etmeleri gerekir. Aksi taktirde, Allah Teala'nın ilmine ters davranmış olurlar ki, bu muhal ve imkansızdır. O halde insanın fiilleri de dahil olmak üzere, her şey Allah Teala'nın ilmine uygun olarak gerçekleşir. Bu durumda artık insanın kendi seçiminin ve ihtiyarının bir anlamı kalmıyor. Demek ki, insan muhtar olmayıp, Allah Teala'nın ilmine uygun olarak hareket etmek zorundadır. Cevap: Bu şüphe aslında bir mugalâtadan (yanıltmacadan) başka bir şey değildir. Zira Allah Teala'nın ilmi, her şeyi olduğu şekliyle bilmekten ibarettir. Bu durumda Allah Teala insanın fiillerini de olduğu şekliyle bilmektedir. İnsanın fiilinin mahiyet ve şekli ise, insanın irade ve ihtiyarı dahilinde vaki olmasıdır. Demek ki, Allah Teala'nın bir insanın yaptığı işe olan ilmi, onun kendi irade ve ihtiyarı ile hayır veya şer işleyeceğini bilmesinden ibarettir. Yani Allah Teala, insanın fiilini ihtiyari olma özelliği ile bilmektedir. Bu durumda, eğer insan muhtar olmaz ve kendi irade ve ihtiyarı ile işini yapmazsa, ilahi ilme ters davranmış olur, kendi ihtiyar ve iradesi ile yaparsa değil. O halde mezkur şüphe, insanın irade ve ihtiyarına bir halel getirmediği gibi, aslında insanın muhtar oluşuna delil olmaktadır. Örneğin, Allah Teala falan insanın kendi irade ve ihtiyarı ile belli bir zamanda herhangi bir hayır veya şer ameli işleyeceğini bilmektedir. Allah Teala'nın bu ilmi, o kimsenin o işi cebren yaptığı anlamına gelmez. Çünkü Allah Teala'nın ilmi iki bölümden oluşmaktadır: 1- Bahis konusu işin vaki olacağı, 2- O işin ihtiyar dahilinde tahakkuk bulacağı İşte ilahi ilmin bu ikinci özelliği, o işin insan irade ve ihtiyarı çerçevesinde tahakkuk bulmasını ve aksi taktirde Allah Teala'nın ilminin doğru olmayacağını gerektirdiğinden, aslında insanın muhtar oluşunu pekiştirmektedir. Evet, eğer Allah Teala'nın ilmi, o işin ihtiyar çerçevesinde tahakkuk bulmasına yönelik olmaz ve sadece o işin aslının olmasına yönelik olsaydı, böyle bir sonuç doğardı. Oysa ilahi ilmin, Allah Teala'nın her şeyi olduğu gibi bildiği anlamına geldiği açıktır. Bunu bir misal ile açıklayalım. Nasıl ki, bir öğretmenin, okulunda dersine katılan iki öğrenciden birinin, son derece tembel olduğundan, yıl sonunda okulda kalacağını ve diğerinin de, çalışkan olduğundan, yıl sonunda sınıfı geçeceğini önceden bilmesi, sorumluluğu öğrenciden kaldırıp, öğretmenin boynuna yüklemez ve öğrencilerin irade ve ihtiyarlarına bir halel getirmezse, ilahi ilim de aynen böyledir. Allah Teala'nın da kullarının ne yapacaklarını önceden bilmesi, sorumluluğu onların boynundan kaldırmaz ve onların irade ve ihtiyarlarına bir halel getirmez. Acaba böyle bir durumda öğretmeni, sen bunu önceden biliyordun, öğrenci de öyle olmak zorundaydı, diye suçlamak olur mu? Böyle bir suçlama karşısında öğretmen; "ben ne yapayım, o kendi irade ve ihtiyarı ile dersine çalışmadı ve sonucuna da katlanmak zorundadır" demez mi? İşte ilahi ilimde de aynı şey söz konusudur. Yani, Allah Teala'nın kulların kendi irade ve ihtiyarlarıyla yapacakları fiillerini önceden bilmesi, ne onların ihtiyarlarına bir halel getirir, ne de onların sorumluluğunu kaldırır. Demek ki, ezeli ilahi ilim, insanın irade ve ihtiyarına bir halel getirmediği gibi, onu pekiştirmektedir. O halde bu şüphe kökünden yersiz bir şüphedir.