Acı Gerçekler... İkinci Halife Dönemi
Acı Gerçekler... İkinci Halife Dönemi
0 Vote
60 View
HAZIM KORAL Acı Gerçekler... İkinci Halife Dönemi Bismillahirrahmanirrahim. Ebu Bekir hastalandığı zaman Osman’ı yanına çağırtıp, kendisinden sonraki halife hususunda ona vasiyet yazdırmaya teşebbüs ediyor. Ebu Bekir yazdırdığı girizgâhın akabinde, “Benden sonra size halife olarak…“ sözünü söylediği an baygınlık geçiriyor. Osman ise bu işin “malûmu ilân“ olduğunu bildiği için yazdıklarının devamına “Ömer İbnu’l Hattab’ı tayin ediyorum“ lâfzını ekliyor. Ebu Bekir ayıldığında Osman’a ne yazdığını soruyor. Osman yaptığı eklemeyi okuyunca Ebu Bekir memnuniyetini dile getiriyor. (İbnu Şebbe, Tarihu’l-Medinetu’l Münevvere, 11, s.668) (Hatırlanacağı üzere, Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) hasta iken vasiyet yazdırmaya teşebbüs ettiğinde Ömer ve Ebu Bekir buna engel olmuşlardı. Şimdi ise kendisi vasiyet yazdırıyor.) İkinci Halife Dönemi Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Ebu Bekir yazdırdığı vasiyet mektubunu kapatıp mühürlüyor ve hayatta olduğu süre tayin ettiği şahsın kim olduğunun bilinmesini istemiyor! Bu ara bir kişi görevlendirip, söz konusu mühürlü mektubu halka göstermesini ve halkın ismi açıklanmayan bu meçhûl şahsa biat etmesini emrediyor. (Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s.100) Mektuptaki meçhûl şahsın halifeliği halka ilân edilince tereddütsüz biat edenler oluyor! (Körü körüne itâate teşne halkın durumuna bakın!) Neyse ki öte yandan halkın bir kısmı bu şahsın kim olduğunu tahmin ediyor ve Ebu Bekir’e gidip itirazda bulunuyorlar: -- Ey Ebu Kuhafe’nin oğlu muhtemelen sen kendinden sonra Ömer’i halife tayin ettin! Sen onun sert mizaçlı biri olduğunu bizden daha iyi bildiğin halde, onu bizim başımıza halife tayin ederken Allah’tan korkmadın mı? O hiç kimseyi dinlemez, başına buyruk hareket eder, bildiğini yapar. Allah’a nasıl hesap vereceksin? Halkın bu itirazı üzerine Ebu Bekir şu sözleri dile getiriyor: “Ben Ömer'i sizden daha iyi tanıyorum. Ömer şüphesiz serttir; fakat hilafete gelip mesuliyeti eline alınca, başka türlü hareket edecektir. Ömer, benim düşündüğüm gibi hareket ederse ne âlâ- ve ben onun, düşündüğüm şekilde hareket edeceğine inanıyorum- yok, böyle hareket etmeyecek olursa, Allah onu cezalandıracaktır!“ (İbnu Şebbe, Tarihu’l-Medinetu’l Münevvere, 11, s.669) Bir rivayete göre de hasta olan Hz. Ebu Bekir, kendisinin Mescid minberine kadar taşınmasını emretmiş ve oraya oturduktan sonra, Ömer'i seçtiğini ilân etmiştir. (İbnu Şebbe, Tarihu’l-Medinetu’l Münevvere, 11, s.669) Bir başka eserde ise Ömer, halife seçildiğini duyduktan sonra, Hz. Ebu Bekir'e giderek, bu işin üstesinden gelemeyeceğini arz etmiş. Yatakta hasta yatan Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman'a: “Beni kaldır ve kılıcımı ver!” deyince; Ömer, “Beni cezalandırıyor musun?” deyip kabul etmiştir.(Diyarbekrî,Tarih, ıı. 641) Sünnî kaynaklardan aktarmış olduğumuz bu riyetlerden çıkan sonuç, Ebu Bekir’in hiçbir istişareye ihtiyaç duymadan Ömer’i halife tayin etmesidir. Burada İmam Ali’nin (a.s) kendilerine söylediği deve meseli aklımıza gelmektedir: “Bu iki kişi hilafeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar.“ (Nehc’ül Belaga: Şıkşıkıyye Hutbesi) İmam Ali’nin (a.s) biat için metazori olarak mescide götürüldüğü gün söylemiş olduğu bu söz zamanı geldiğinde aynen tahakkuk etmiş ve Ömer Ebu Bekir tarafından halife “tayin“ edilmişti. Söz konusu ettiğimiz hutbede İmam Ali (a.s) Ömer’in kişilik ve mizacını şöle tasvir ediyor:“Sözü sertti, insanı yaralardı, kendisi ile buluşup görüşeni incitirdi..“ Az önce kaydettiğimiz gibi bazı sahabeler de Ömer hakkında benzeri sözler sarf ederek “tayin“ hususunda Ebu Bekir’e itirazlarını dile getirip serzenişte bulunmuşlardı. Buna rağmen şerh düşerek şu gerçeği de itiraf etmiş olalım: Hattaboğlu Ömer katı ve otoriter bir kişiliğe sahip olduğu için on yıllık hilafeti döneminde halkı zapturapt altına almayı başarmıştı. Uygulama ve icraatlarında ifrat derecesine varan sert ve disiplinli tutumundan dolayı Ömer, Sünnî kardeşlerimiz tarafından “adil yönetici“ olarak anılmaktadır! Bazıları o günkü sosyolojik ortamı yani toplumun içerisinde bulunduğu koşulları mazeret gösterip Ömer’in sert ve otoriter oluşunu, elinde kamçı ile çarşı-pazar denetlemesini, hatta evleri gözetip, insanların harîmini kontrol etmesini mâzûr göstermeye kalkabilir. Oysa İslâm’a göre olması gereken asla bu değildi! Sünnî kaynaklarda da geçtiği gibi, bir gün mûtâd üzere Ömer halkı denetlemek için sokağa çıktığında çalgı sesi gelen bir evin bahçesine avlu duvarını aşarak içeri geçiyor ve hane halkına bağırıp çağırarak bozuk atıyor. Hâne sahibi ise Ömer’e İslâm’da tecessüsün haram olduğunu hatırlatarak itirazda bulunuyor. Şöyle ki,“İkinci halife Ömer bir gece Medine sokaklarında denetim amacıyla dolaşmakta iken, evin birinde şarkı söyleyen bir adamın sesini duyar ve duvardan atlayarak içeriye girer. Eve girdiğinde bir erkeğin yabancı bir kadın ile içki âlemi yaptığını görür ve ona şöyle seslenir: "Ey Allah’ın düşmanı, sen günah işleyeceksin de Allah seni gizleyecek mi sandın?". Adam şu cevabı verir: “Acele etme mü’minlerin emiri! Ben bir günah işledim, sen ise üç günahı birden işledin. Önce Allah: "Başkalarının gizli ve ayıp hallerini merak edip araştırmayınız" buyuruyor, sen aksini yaptın. Sonra Allah "Evlere kapılarından giriniz" buyuruyor, sen ise duvardan aşıp girdin. Yine Allah: "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz" buyuruyor, oysaki sen, benim evime izinsiz girdin”. Bu cevap üzerine Ömer: "Ben seni affedersem, sen de beni affeder misin?” diyerek adamın gönlünü alır ve oradan uzaklaşır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, VI, s.4473) İkinci halife sadece halka yönelik değil, aile bireylerine karşı da son derece sert ve otoriter bir tutum içerisinde olduğu kaynaklarda geçmektedir. Eşine ve çocuklarına, “Eğer siz bir yanlış yapıp kuralları çiğnerseniz, size iki misli ceza veririm” dediği Sünnî kaynaklarda meşhûrdur.. Bir gün halife beytülmâlden halka hububat, yağ vs. dağıtırken oğlu oradaki yağ kazanına elini bandırıp başına sürüyor. Bunu gören Ömer oğlunu öyle bir azarlayıp hırpalıyor ki olaya tanık olanlar dehşete kapılıyor. Kısacası çocukları bile gazabına uğramamak için kendisinden köşe-bucak kaçıyormıuş.. İkinci halifenin ifrata varan katı tutumuyla ilgili bir rivayette şöyle geçmektedir: “Ömer’in Abdurrahman adındaki oğlu Mısır’da iken, başka bir arkadaşıyla şarap içmiş. Mısır valisi Amr b. As, kendisine evinin avlusunda haddi tatbik etmiş. Ancak kardeşi Abdullah, konuyu babasına da duyurmayı uygun görmüştür. Olayı duyan Ömer, Vali Amr b. As’a haber göndererek oğlunu kendisine göndermesini istemiştir. Vali, “Allah’a yemin ederek Ömer’in oğlu Abdurrahman’a bir ayrıcalık yapmadığını, herkes için cezanın tatbik edildiği bir yer olan evinin avlusunda bu cezayı tatbik ettiğini” belirten bir mektubu -Abdullah b. Ömer vasıtasıyla- göndermiş ise de, Ömer oğlunun yanına gönderilmesinde ısrar etmiş ve nihayet gönderilmiştir. Hasta ve bitkin bir vaziyette olan oğluna Ömer tekrar haddi tatbik etmek istemiş, fakat Hz. Abdurrahman b. Avf: “Had bir defa tatbik edilmiş” diyerek, ikinci kez haddin uygulanmaması için ricada bulunmuştur. Ancak Ömer -daha önceki had şekline iltimas karışmış olabilir düşüncesiyle- bir daha haddi tatbik etmiştir. Bunun akabinde Abdurrahman bir ay sonra vefat etmiştir. (bk. Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübra, 8/312; Hatip Bağdadî, et-Tarih, 5/455; İbnu’l-Cuzî, Siyretu Ömer, s.170; Kastalanî, İrşadu’s-sarî, 9/439)… Allah Subhanehu ve Teâlâ Lokman suresinde insanlarla konuşurken ses tonunun yükseltilmemesini, aksi takdirde en çirkin sesin merkep sesi olduğunu örnek vererek bağırıp-çağırmayı men etmekte ve hatta Abese suresinde surat ekşiterek kızgın bakmayı bile çirkin bir davranış olarak nitelemektedir. Buna rağmen (yine rivayetlerde geçtiğine göre) Ömer bir gün sokak ortasında birilerine celâllenerek öyle bir kükremiş, öyle bir gürlemiş ki oradan geçmekte olan hamile bir kadın korku ve dehşete kapılıp düşük yapmış.. Oysa Sünnî kaynaklar Ömer’in Müslüman olduktan sonra çok halim-selim bir kişiliğe büründüğünü ısrarla vurgulamaktadırlar! Ancak tarihî metinleri sağlıklı bir şekilde tetkik ve tahlil ettiğimizde farklı manzaralarla karşılaşmaktayız! Kaydettiklerimizin haricinde birkaç örnek daha verecek olursak: Hudeybiye anlaşmasına ısrarla karşı çıkanlardan biri Ömer’di. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.a) “Sen Allah’ın Resulü değil misin? diyerek itirazını dile getirmiş ve incitici sözler sarf etmiştir. Özellikle Ömer her hangi bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda hemen celâllenerek fevri çıkışlar yaptığı kendisini tanıyan herkesin malûmudur. Ömer’in böylesi çıkışlarında sarfetmiş olduğu meşhur bir sözü vardır: “Ya Resulullah müsade et şu münafığın kellesini uçurayım.” Bu tutumunda da şiddete ne derece teşne olduğunu görmekteyiz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) ise her seferinde “Sakin ol ya Ömer” deyip onu firenleyip teskin etmeye çalışmıştır. Bir keresinde de Ömer, işlemiş olduğu bir vukuattan Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) haberdar olunca,“Ya Rabbi! Ömer’in işlemiş olduğundan ben beriyim” diyerek serzenişte bulunmuş ve bir nevî Ömer’i Allah’a şikayet etmiştir... “Peygamberin yanında sesinizi yükseltmeyin yoksa amelleriniz boşa gider” (Hucurat:2) İlâhî uyarıya rağmen Hattaboğlu Ömer’in Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) hastalığı esnasında vasiyet yazdırma teşebbüsüne karşı çıkıp bağırıp-çağırarak ortalığı velveleye vermesi hangi mülayimlikle izah edilebilir? Bilâhare Ehl-i Beyt’e yönelik tutum ve davranışları yine mâlûmunuz! Özellikle Fatıma (s.a) validemizin evinin yakılmaya teşebbüs edilmesi ve o esnada yaşanan son derece üzücü ve trajik olaylar Ömer’in ne derecede şiddet erbabı olduğunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Ve İmam Ali’nin (a.s) yaka-paça mescide götürüldüğünde “Ebu Bekir’e biat etmeden buradan sağ çıkamazsın!” tehdidinde bulunanın Ömer’den başkası olmadığı yine bilginiz dahilindedir! Böylesi bir tehdit nasıl mâzûr görülür? Hattaboğlu Ömer Müslüman olmadan önce Allah Resulü’nü (s.a.a) öldürme niyetindeydi! Hadi bu mâzûr görülür zira İslâm’a girmeden önceki hâli sorgulanamaz! Ancak Müslüman olma şekli bile onun ne kadar sert mizaçlı olduğunu ortaya koymaktadır! Azılı müşrikler “Darün Nedve”de toplanmışlar ve Allah Resulü’nü (s.a.a) ortadan kaldırmanın hesabını yapmakla meşguller. Ebu Cehil sözü alıp teklifte bulunuyor: “Bizim dinimizi küçümseyen, düzenimizi bozmaya çalışan, putlarımıza-ilâhlarımıza dil uzatıp aramızda bozgunculuk çıkarmaya kalkan şu peygamberlik iddiasında bulunan kişiyi kim ortadan kaldırırsa kendisine büyük ödüller verilecektir!” Ömer hiç tereddüt etmeden ortaya atılır ve ödül için teminât ister! Teminât verilince Ömer kılıcını kuşanıp “Darül Erkam”a doğru yola koyulur. Henüz sayıları kırkı bulmamış bir avuç Müslüman Hazreti Erkam’ın evinde gizlice toplanıp Allah Resulü’nden (s.a.a) bu yeni din hususunda bilgiler almakta idiler. Kısacası ilk irşad ve tezkiye bu evde yapılmakta ve aydınlık geleceğin temelleri de bu mekânda atılmakta idi. Ömer ise Allah Resulü’nü (s.a.a) öldürmek amacıyla yalın kılıç bu evin yolunu tutmuştu. Onu bu halde gören Nuaym Bin Abdullah nereye gitmekte olduğunu sormadan edemez. Ömer niyetini hiçbir çekinceye mahal vermeden tereddütsüz bir şekilde, yâni maksadını fütursuzca söyler. Nuaym Bin Abdullah ise “Sen önce kendi ailenden Müslüman olanlara bak!” der. Ömer birden hiddetlenerek “Kimmiş onlar? diye sorar.. “Kızkardeşin Fatıma Binti Hattab ile kocası Said Bin Zeyd” diye cevap alan Ömer yönünü değiştirip gergin bir şekilde kızkardeşinin evine doğru yola koyulur. Eve yaklaştığında eniştesinin Taha suresinden ayetler okuduğunu duyar ve hışımla içeri girip eniştesine sille tokat girişir. Abisine engel olmaya çalışan kızkardeş ise öylesine darbeler yer ki, başı yarılır ve kan revan içerisinde kalır. Ömer ısrarla okumakta oldukları ayetleri onlardan ister. Sonunda ayetler kendisine okununca ve kızkardeşinin de o perişan halini görünce kendisinde bir yumuşama belirir. Yaptığına pişmanlık duyar ve fıtratının sesine kulak verip Müslüman olmaya karar verir. Oradan ayrılıp “Darül Erkam”ın yolunu tutar. Kapıyı çaldığında kendisini karşılayan kişi Ömer’i kılıç kuşanmış vaziyette görünce korku ve telaş içerisinde durumu Allah Resulü’ne (s.a.a) bildirir. Hazreti Hamza oturduğu yerden kalkıp bütün bir heybetiyle, “Bırakın gelsin, eğer ard niyetliyse karşılığını alır” der. Ömer içeri girer ve başından geçenleri anlatıp Allah Resulü’nün huzurunda şehadet getirip Müslüman olur. Ancak Müslüman olduktan sonra (verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi) sert mizacından bir türlü kurtulamaz.. Bir başka örnek: Bir gün Ömer verdiği Cuma hutbesinde mihrin yüksek tutulduğunu şikayet ediyor ve meblânın aşağı çekilmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak o esnada kadın cemaatin içerisinde bir bayan medenî cesaret örneği sergileyerek Ömer’e itiraz ediyor. Kadın tam bir çetin ceviz! Ömer’e öyle bir itirazda bulunuyor ki, halife yaptığı teklife pişman oluyor. Ve “Ömer yanıldı, kadın haklı” demek zorunda kalıyor. “Hatadan dönmek erdemdir” gerçeğinden yola çıkarak Ömer’in bu tavrından dolayı Sünnî kardeşlerimiz övünmektedir. Ancak Ömer mescidte (tabiri caizse) kadından zılgıtı yiyince hesabı orada kapatmıyor! Bakıyoruz bir müddet sonra Ömer kadınların mescide gelmelerini yasaklıyor. Yani kadınlar ikinci halifenin hışmına uğrayarak Cuma ve diğer cemaat namazlarından men ediliyorlar.Hatta iş o raddeye varıyor ki, Ömer çarşı-pazarda da kadın görünce “hadi evinize” deyip kamçı ile üzerlerine höreleniyor! Ayrıca sınıfsal farklılığın korunması adına cariyelerin hür kadınlar gibi giyinmelerine de çok kızıyormuş! Bir keresinde cariye yerine yanlışlıkla amcasının kızına kamçıyla vurduğu rivayet edilmekte! Kadınlar onu yolda görünce yönlerini değiştirirlermiş! Bu yüzden Ömer’in kadınlara terör estirdiği dile getirilmekte.(Günümüzde de Afganistan’da bulunanTaliban örgütü Ömer’in bu sünnetini ihya etmenin derdinde! Tabi ki sadece Taliban değil, İslâm coğrafyasının birçok bölgesinde “töre” adı altında aynı sünnet farklı versiyonlarıyla ihya edilmeye çalışılmakta!) Elbette ihlâl edilen sadece kadın hakları değildi! Elinden kamçı düşmeyen Ömer bir gün çok hadis rivayet ediyor diye Ebu Hureyre’yi kamçılıyor. “Bu hadislerin çoğunu kendin uyduruyorsun” diyerek onu iyice haşlıyor! Bu işte Ömer’in haklılık payı elbette vardır! Zira Ebu Hureyre’nin hadis uydurduğunu, onun rivayetlerinin güvenilir olmadığı zaten birçok sahabenin malûmu idi. Ancak nâhoş olan ve eleştirilen husus Ömer’in bu işe başka bir yöntemle değil de şiddete baş vurarak, yani olaya kamçı ile müdahale etmesidir! Bakınız, Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) için Allah Subhanehu ve Teâlâ ne buyurmaktadır: “..Sen, sadece öğüt vericisin. Sen, asla zorba ve diktatör değilsin.“(Ğâşiye: 21-22) İslâm insanların sırtlarına inip kalkan kamçıları ve insanların el ve ayaklarına vurulan zincirleri kırıp yere çalmak için inzal olmuş bir dindir. “Allah’tan bir rahmet olarak sen onlara yumuşak davrandın.“ (Âl-i İmrân:159) Allah Resulü’nün (s.a.a) halifesi olma iddiasında bulunan yöneticilerde de böylesi vasıfların bulunması bir zorunluluktur. Zira İslâm sevgi, merhamet ve şefkât duygularını insanların kalplerine egemen kılmak için gelmişti. Ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz‘in (s.a.a) kişilik ve şahsiyetini yansıtan en belirgin özelliği son derece şefkât ve merhamet sahibi olmasıdır. Nitekim Rabbimiz de bu gerçeği Kur’an-ı Kerim’inde teyid etmektedir. “ ..Sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size son derece düşkündür. Müminlere çok şefkâtli ve merhametlidir.“ (Tevbe:128) Yüce Allah’ın buyruklarından ve Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.a) uygulamalarından da anlaşıldığı gibi İslâm sertlik yanlısı politikalara asla cevaz vermemektedir. İslâm sevgi ve merhameti önceleyerek gönüllerin bu yöntemle feth edilmesini salık vermektedir. Hatta kötülüklerin bertaraf edilmesi noktasında bile Yüce Rabbimiz iyilikle muameleyi öğütlemektedir: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, en güzel bir yöntemle kötülüğü sav..“ (Fussilet:34) Ehl-i Beyt imamlarının siyasî rehberlikleri gasp edilmiş olmasaydı hiç kuşkusuz bu ilkelerle, bu İlâhî buyruklarla ümmet yönetilecekti. Sonuçta kötülükler bile şiddete başvurmaksızın en makûl yöntemlerle bertaraf edilmiş olacaktı. Zira Allah Resulü’nün (s.a.a) pratikteki uygulamaları Ehl-i Beyt imamları için en temel kıstastır. Kur’an ve sahih sünnetin muhafızı ve mümessili onlardır. Ancak ne yazık ki, ümmet o günlerde ve tarih boyunca sertlik yanlısı politikaların muhatabı oldu. Süreç içerisinde bu mantık öylesine evrilerek gelişti ki, insanlar İslâm ile diktatörlükleri ayrıt edemez oldu. Oysa İslâm’da diktatörlüğe, monarşiye ve baskıcı despot rejimlere asla yer yoktur. İslâmî yönetim anlayışında şefkât, merhamet ve sosyal adalet esastır. Ancak bu olmadı ve meydan Muaviye’lere, Yezid’lere kaldı. Bakınız, Beni Said’in sakifesinde vuku bulan eksen kayması Muaviye’nin yönetiminde tam gediğine oturmuş oldu. Şöyle ki, Ömer milâdî 640 yılında Umey İbn-i Saad’ı azledip Muaviye’yi Şam’a vali tayin etti. Oysa Muaviye tıpkı babası Ebu Süfyan gibi siyasî entrikalarla temâyüz etmiş ihtiras sahibi biri idi. Ömer bunu çok iyi biliyordu. Zaten babasının hatırına onu vali tayin ettiği rivayet edilmekte! Diyelim ki öyle değil! Peki, Muaviye Şam‘a vali olur olmaz ne tür işlere girişti? Muaviye bir taraftan halktan aldığı vergilerle ve zekât gelirleriyle ihtişamlı saraylar yaptırıp lüks ve israf içerisinde ipek elbiseler giyip altın yüzükler takıp debdebe hayatı yaşarken diğer yönden aşiret reislerine ulûfeler dağıtıp nüfûz alanını genişletmenin derdindeydi! Bir başka deyişle ileride ümmetin başına gaileler açmak için özerkleşmenin altyapısını oluşturuyordu. Bu durumundan rahatsız olan halk defalarca şikâyette bulunmalarına rağmen Ömer Muaviye‘yi her nedense bir türlü azle yanaşmadı. Ömer: “ Bırakın onu, o Arabın kisrası olmuş“ demekle yetinmiştir. Oysa Muaviye hiçbir koşulda valilik değil sıradan bir memurlukta bulunma yetki ve imtiyazına sahip değildi. Zira o tıpkı babası gibi “Tuleka“dır! Tuleka, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanlara denir. Prensip olarak bunlara güvenilmez. Zira bunların birçoğu korktuklarından-zahiren Müslüman olduklarını söylediler. Bunlara makam, mevki ve her hangi bir selâhiyet verilmesi İslâm’ın bekâsı ve Müslümanların selâmeti açısından son derece sakıncalıydı. Ancak “sakife“de kayan eksen zamanla başka kırılmaları da beraberinde getirdi ve ümmetin başına böylesi gaileler de açılmış oldu.