Mezhepler Arası Yakınlaşmanın Önündeki Engeller

  Müslüman âlim ve düşünürlerin mezheplerin yakınlaşması yönünde gösterdikleri çabalar ve bu süreçte ortaya koydukları diyalog dili bu alanda önemli gelişme ve kazanımların elde edilmesini sağlamıştır. Gerçekte böyle bir sonucun elde edilmesini mümkün kılan şey İslam dinin temel metinleri ve önderlerinin bu yöndeki teşvik ve yönlendirmeleri olmuştur. Biz gösterilen çabalar sonucu ulaşılan bu makul diyalog sürecini olumlu görmekle birlikte bununla yetinilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bu sadece ümmetin karşı karşıya olduğu temel bazı sorunların çözülmesi için gerekli olan bir çaba ve yöntem değil, aynı zamanda Müslümanlar tarafında birbirleriyle olan ilişkilerinde benimsenmesi gereken en makul ilmi, psikolojik ve İslami ilişki çeşidini oluşturmaktadır. Böylece ümmetin karşı karşıya bulunduğu önemli sorunlarla daha kolay mücadele edilmesinin önü açılmış olacaktır. Benimsenmiş olan bu yöntemin yakınlaşma yönünde atılan adımları sonuç alıcı kılması mümkündür. İslami mezhepler arasında gerçekçi ve makul bir yakınlaşmanın meydana gelebilmesi için öncelikle bu hedefin Müslüman düşünür ve âlimler tarafından bir ideal olarak benimsenmesi daha sonra bu yakınlaşmayı kolaylaştıracak ve mümkün kılacak tarihi unsurların araştırılması ve günümüzde yararlanılabilecek hale getirilmesi ve son olarak da Müslümanların bu yönde bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu yakınlaşma ve işbirliğinin çok sağlam tarihi temelleri bulunmaktadır ve bunların araştırılıp ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu sayede yakınlaşmanın ihtiyaç duyduğu kavramlar ve ilkeler elde edilebilecektir. Bu yapılabildiğinde İslami mezhepler arasındaki yakınlaşma meselesi sadece teorik bir konu olmaktan çıkıp sıradan Müslümanın hayatında sonuçları olabilecek somut ve kültürel bir unsura dönüşmüş olacaktı. Bu konuyla ilgili olarak özellikle vurgulamak istediğimiz noktalar şunlardır: İslami mezhepler arasında somut bir yakınlaşmanın meydana gelebilmesi için siyasi, sosyal ve dini amaç ve hedeflerden yararlanılması ve bu yönde bir dil oluşturulabilmesi için dini, sosyal ve siyasi kavramların oluşturulması. Böylece birlik düşüncesi hem teorik olarak hem de pratik olarak Müslümanlar arasında kökleşebilme imkânı elde edecektir. Bunun için Müslüman âlimlerin özellikle mezhepler arasında bulunan ortak temel ve ilkeler üzerinde çalışması ve insanların dikkatini daha çok bu ortak unsurlara çekmesi gerekir ki bunların oldukça geniş bir alanı bulunmaktadır. Başka bir deyişle İslami mezhepler arasında yakınlaşma konusunda atılması gereken ilk adım bu yakınlaşmanın teorik ve pratik zeminini oluşturmaktır. Bu yapıldıktan sonra ikinci olarak yapılması gereken önemli şey bu yakınlaşma önünde bulunan engel ve zorlukların iyice tanınması ve ortaya çıkarılmasıdır. Bunlardan birincisi yani yakınlaşmanın önünde bulunan engeller çok önemli olmasına rağmen ne yazık ki bizler buna gerekli önemi verebilmiş değiliz. Gerçi Kuran ve Sünnetin rehberliğinde makul yöntemlerle bu engellerle mücadele edilebilmesi mümkündür. Bu engel ve zorluklarla mücadele edilebilmesi için tıpkı İslam düşmanların gibi aralarındaki bütün ayrılık ve zıtlıklara rağmen Müslümanlarında bir vücut gibi tek ve bir olmaları gerekmektedir. Bu yüzden Müslümanlar arasında makul ve mantıklı olan bir diyalogun başlatılması ve bunun derinleştirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan Müslümanlar arasındaki birlik ve yakınlaşmanın ne gibi olumlu sonuçları olabileceğini aynı şekilde ayrılık ve tefrikanın da ne gibi olumsuz sonuçları olabileceğini Müslümanlara iyice gösterilmelidir. Başka bir deyişle somut bir yakınlaşma için bu tür pratik ve dokunulur şeylerden yardım almak gerekmektedir. Zira çoğunlukla soyut ve kavramsal olan açıklamalar avam için herhangi bir anlam taşımamaktadır. Çünkü bunların sonuç ve etkilerini kendi günlük hayatlarını hissedemezler. Oysa bahsettiğimiz anlamıyla vahdet ve birliğin pratik sonuçları olumlu ve olumsuz yanlarıyla insanların hemen her gün karşı karşıya oldukları şeylerdir. Bu yüzden de bunlar aracılığıyla herhangi bir düşünceyi insanlara anlatma ve benimsemelerini sağlamak daha kolaydır. Bizim burada asıl üzerinde durup açıklayacağımız konu İslami mezhepler arasındaki yakınlaşmanın önünde bulunan engel ve zorluklardır. Diğer konularda çok ama çok önemli olmasına rağmen vaktimizin kısalığı ve sınırlı olması hasebiyle bunlara burada değinme imkânına sahip değiliz. Öncelikle bu yakınlaşma önünde bulunan engellerin çok çeşitli olduğunu söylememiz gerekir. Bunların bir kısmı İslam düşmanlarından gelmekte diğer ise bizzat bizlerin içinden gelmektedir. Bunların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: dışsal yani harici unsur ve engeller; İslam düşmanlarının Müslümanları birbirine düşürmek için başından beri ellerinden geleni yaptıkları bilinmektedir. Bu konuda kimseyi ikna etmeye ihtiyacımız yoktur. Çünkü gökyüzündeki güneş gibi açıktır ve kimseye gizli değildir. İslam ve Müslüman düşmanları ümmetin birliğini engelleyebilmek için sosyal, siyasi ve kültürel bütün unsurlardan yararlanmaktadırlar. Bu uğurda onları durduran herhangi insani, ahlaki, hukuki ve dini bir ilke de bulunmamaktadır. Yani bu düşmanlığın makul ve kabul edilebilir herhangi bir sebebi bulunmamaktadır. Bu konuda söylenebilecek tek şey küffarın hak ve hakikat düşmanı olduğu ve bu yüzden de İslam ve Müslümanlara düşmanlık besledikleridir. Bildiğimiz gibi İslam’ın zuhurundan beri İslam düşmanları yöntemlerini sürekli değiştirerek ve geliştirerek bu ümmetle savaşmaktadırlar. Bunun son örneği geçtiğimiz çağda son güçlü İslam devleti olan Osmanlının İslam düşmanları tarafından çökertilmesi oldu. Malum olduğu üzere Osmanlı asırlarca batıya karşı İslam’ın bayraktarlığını yapmış ve Hıristiyanlığın varlığını tehdit etmiştir. Böyle amansız bir düşmandan kurtulabilmek için Avrupa yüzyıllardır bazı çareler düşünmekteydi. Sonunda bu amacına ulaştı ve Osmanlıyı tarih sahnesinden silmeyi başardı. Bundan sonra üç farklı yöntemle İslam düşmanları İslam dünyasına hücum etmeye başladılar. Bunlar öncelikle Müslümanların ilmi ve kültürel olarak geri bırakılmasını sağlamaktı. Bunun için gerekli olan her şey yapılmıştır. Mesele Müslümanların geçmişlerine düşman olmaları sağlanmış böylece parlak ve ihtişamlı medeniyet geçmişleriyle ilişki kurmaları engellenmeye çalışılmıştır. Bu yöntem ve stratejinin genel olarak işe yaradığı maalesef söyleyebiliriz. Çünkü bugün geçmişine tamamen yabancılaşmış bir Müslüman gençlikle karşı karşıya bulunmaktayız. Ve bu yarığın giderilebilmesi için elimizden geleni yapmamış gerekmektedir. Zira özelikle modern tarzda eğitim alan Müslüman gençler felsefe ve ilmi batıya has unsurlar olarak görmekte ve bu yüzden de aralarında bir batı taklitçiliği ve hayranlığı meydana gelmektedir. Kültür emperyalizmi olarak adlandırılan bu olgu yüzünden Müslümanlar ilmi, ekonomik ve kültürel yönden tarihin bütün dönemlerinde geri olduklarına inandırılmıştır. Geçmişi olmayanın geleceğinin de olmayacağını bilerek hareket eden İslam düşmanları Müslümanların tarihi süreklilik duygusunu zedelemek için ellerinden gelenleri yapmış ve yapmaktadırlar. İkinci olarak ise İslam ülkelerinde ve Müslüman toplumlarına hâkim olan İslami ruhu ve değerler sistemini yozlaştırabilmek ve sonuçta ortadan kaldırabilmek için dinle çatışmayı esas alan bir laiklik bir anlayışının İslam ülkelerinde yaygınlaştırılması. Bu projenin uygulanmaya konulmasıyla pek çok Müslüman ülkede toplumun dini anlayışı ve dini kültürüyle sürekli çatışan siyasi sistemler kuruldu ve halklarıyla amansız bir mücadeleye girdiler. Bunun en güzel örneği Osmanlının yıkılmasından sonra Türkiye de kurulan Fransız tarzı laiklik anlayışı olmuştur. Bu tür uygulamaların hala İslam dünyasında bulunduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla modern Müslüman düşünürün en önemli teorik mesaisi bu tarz modern düşünce ve kavramla İslam arasında nasıl bir ilişki olduğunu ortaya koymalarıdır. Bu iş henüz başarılamadığından Müslümanlar çok ciddi psikolojik ve kültürel sorunlarla boğuşmaktadırlar. Üçüncü olarak ise bol parçala ve yut olarak adlandırılan durumdur. İslam düşmanları Müslümanlar bir ve birlik oldukları sürece onlarla baş edemeyeceklerini bildikleri için tek çare olarak Müslümanları birbirine düşürme ve bu şekilde onları zayıflatarak onlara galebe etmeye çalışmaktadırlar. Bu yönde kullanılan en etkili unsur etnik kökenlerin kullanılarak yani milliyetçilik kullanılarak Müslümanları birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar. Fransız devriminden sonra ortaya çıkan milliyetçilik fikirlerini Müslümanlara enjekte eden İslam düşmanları bu temiz dimağlara bir zehir vererek bundan yararlanmaya çalışmışlardır. Bu yöndeki çalışmalar birinci dünya savaşından sonra sonuç vermiş ve ortaya onlarca Müslüman ülke çıkmıştır. Bunların hiçbirisi tek başına batıya ve İslam düşmanlarına karşı koyamayacakları için hepsi birer uydu haline gelmişlerdir. Özellikle dini, dili, tarihi ve kültürü aynı olan Arapların kaç ayrı ülkeye ayrıldıklarına bakarsak durumun vahametinin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. İşte birlik yönünde atılacak her adım düşmanlarımızın bu yöndeki çalışmalarının hüsranla sonuçlanmasını sağlayacaktır. Bu milliyetçilik akımlarının olumsuz bir başka sonucu ise Müslümanların milli bilinçlenme ve ulusal bir kimlik oluşturmak amacıyla İslam öncesi kök ve kültürlerine geri dönek istemeleri oldu. Böylece İslam kardeşliği zayıfladı ve Müslümanlar birbirleri yerine ırkdaşlarıyla yakınlaşmaya başladılar. Ki bu İslam’ın ruhuna tamamen aykırı olan bir durumdur. Bu eğilimlerin sonucunda aslında birer müşrik ve zalim olan İslam öncesi milli şahsiyetler ulusal kahraman olarak ilan edildiler. Daha bunun gibi İslam’ın ruhuna aykırı olan pek çok unsur Müslümanların kültürüne dâhil edildi. Bütün bunlar doğal olarak İslam kardeşliğine zarar verdi. Müslümanlar arasında egemen olan İslami kültürü zayıflatmak için başvurulan yöntemlerden biri de İslam’ın ve İslam peygamberinin savaş peygamberi olarak gösterilmesidir. Yoğun propaganda altında gerçekleşen bu hareket İslami savaşı teşvik eden bir din olarak gösterirken buna karşılık Hıristiyanlık barış ve rahmet dini olarak lanse edilmektedir. İslami kaynaklara biraz aşina olan insanlar bunun ne kadar temelsiz bir iddia olduğunu bilirler. Ancak İslam düşmanları açısından önemli olan hiçbir zaman hakikat olmamıştır. Onlar amaçlarına ulaşabilmek için her yöntemden yararlanmayı mubah olarak görmektedirler. İslam dünyasını bölmek ve Müslümanları birbirine düşürmek için girişilen hareketlerin en önemlisi haçlı seferleri olmuştur. Tamamen batının zenginlik hırsını tatmin etmek için dini gerekçelerle yapılan bu savaşlar sonucu yüz binlerce Müslüman katledilmiştir. Aynı şekilde Moğol istilaları da Müslümanların birliğine yönelik ciddi tehditler oluşturmuşlardır. Tabi ki İslam düşmanlarının Müslümanların birliğini bozmak ve onları parçalamak için yaptıkları şeyler bunlardan ibaret değildir. Ancak biz zamanımızın darlığı yüzünden bu kadarıyla yetiniyoruz. Şimdi birde kısaca İslam mezheplerinin yakınlaşması önündeki iç engellerden yani biz Müslümanlardan kaynaklanan engellerden bahsetmek istiyorum. Bunlardan en önemlisi Müslümanların dinleri ve mezhepleri hakkındaki bilgi yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Cehalet ile İslam’ın aynı cümlede bile olsa bir araya gelmesi mümkün değildir ama ne yazık ki günümüz Müslümanları dinleri ve mensubu oldukları mezhepleri hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdir. Bu yüzden de İslam dininin meydana getirdiği makul diyalog ortamından uzaklaşmış ve düşman yerine birbirleriyle uğraşmaya başlamışlardır. İslam’ın temel ilkelerinin çok zahiri bir bakış açısıyla anlaşılması sonucu bazı ifrati ve zahirici gruplar meydana gelmiştir. Bunların ilk örneği İslam’ın ilk yüzyılında ortaya çıkan haricilerdir. Bildiğiniz gibi bunlar çok samimi insanlar olmalarına rağmen anlayışlarının kıtlığı yüzünden Hz. Âliyle savaşmış ve Müslümanların pek çok acılar yaşamalarına sebep olmuşlardır. Bu zahiri anlayışın sebep olduğu olumsuz durumlardan biride Müslümanlar arasında bazı tekfirci grupların meydana gelmiş olmasıdır. Bunların çalışmaları işbirliği ve anlayışa dayalı olan İslam kültürünü zedelemiş ve sonuçta hiçbir farklılığa din adına tahammül edemeyen tıplar zuhur etmiştir. Bu yüzden her mezhepten insanların bunlara karşı tam bir işbirliği içinde birlikte mücadele etmeleri gerekmektedir. Çünkü İslam’ın bütün Müslümanlara hayırda yarışın diye tavsiyede bulunduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir.