İmam Ali Naki’nin Mucizeleri ve Gaybla İlişkisi

İmam Ali Naki’nin Mucizeleri ve Gaybla İlişkisi Masum İmamlar sahip oldukları masumiyet ve imamet makamından dolayı Allah Teala ve gayb âlemi ile özel bir ilişkiye sahiplerdi. Onların da peygamberler gibi imamet makamları ve Allah Teala ile ilişkilerini teyit eden mucize ve kerametleri vardı. Gerektiğinde o yüce zatların ilahî ilim ve güçlerinin örnekleri -Allah'ın izniyle- zuhur ediyor, izleyicilerini eğitmeye ve imanlarını güçlendirmeye neden oluyor ve yine hak üzere olduklarını gösteren apaçık bir delil ve hüccet sayılıyordu. Hz. İmam Hâdî'den (a.s) de tarih ve hadis kitaplarında kaydedilen birçok keramet ve mucizeler görülmüştür; fakat onların hepsini nakletmek için müstakil bir kitaba ihtiyaç vardır; biz kısaca geçmek istediğimizden burada bir kaç örnekle yetineceğiz. 1- Çocuk Yaşta İmamet ve Önderlik İmam Hâdî (a.s) değerli babasının şahadetinden sonra sekiz yaşında imamet makamına geçti. Bunun kendisi de en açık keramet ve mucizelerden sayılmaktadır; çünkü sırf ilahî bir makam ve mevki olan böyle önemli bir makam ve sorumluluğu üstlenmek değil çocukların, hatta olgun kişilerin bile taşıyacağı bir iş değildir. Şia ulema ve muhaddislerinin Ehlibeyt İmamlarından (a.s) her birinin şahadetinden sonra çeşitli meselelerde bir sonraki imama müracaat ettikleri ve hatta onu denedikleri ve yine Alevîler ve İmamın akrabalarından olgun yaşlardaki kişilerin sürekli imamın evine gidip geldikleri ve onunla irtibatlı oldukları göz önünde bulundurulduğunda Allah'ın irade ve teyidi olmaksızın ve yine masumiyet ilişkisi, ilahî ilim ve güç olmaksızın bir çocuğun bu makam ve mevkii üstlenmesi, bütün soruları doğru bir şekilde cevaplaması, sorunlar karşısında insanlara mükemmel bir önderlik etmesi imkânsızdır. Sıradan insanlar bile küçük yaştaki normal bir çocuğu bilinçli ve aydın bir imamdan ayırt edebilecekleri açıkça ortadadır. İmam Cevad (a.s) da böyle bir duruma sahipti; ilahî imamet makamının peygamberlik gibi insana Allah tarafından verildiğini ve bunun yaşla hiçbir ilgisi olmadığı yerinde ispat edilmiştir. 2- Abbasî Halifesi Vasık'ın Ölüm Haberini Vermesi Hayran es-Esbatî şöyle diyor: Irak'tan Medine'ye gidip İmam Hâdî'nin (a.s) huzuruna çıktım. İmam: – Vasık'tan ne haber? diye sordu. Ben: – Size feda olayım, sağlık ve sıhhat içerisindeydi; Irak'tan daha yeni geldiğim için bu konuda diğerlerinden daha fazla bilgim var benim, dedim. İmam: – Halk onun öldüğünü söylüyor, buyurdu. İmam bunu söyleyince "halk"tan maksadının kendisi olduğunu anladım. Sonra bana: – Cafer (Mütevekkil) ne yaptı? buyurdu. Ben: – Zindandaydı; durumu çok kötüydü, dedim. İmam buyurdu ki: – O, halife olacak. Daha sonra: – Peki İbn Zeyyat ne yapıyor? diye sordu. – Halk onun yanındaydı; her yerde onun emri geçlidir, karşılığını verdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: – Riyaset onun için uğursuzdur. Sonra biraz sessiz kaldı; peşinden buyurdu ki: – Takdir ve ilahî hükümleri uygulamaktan başka bir çare yoktur. Ey Hayran! Bil ki, Vasık öldü; yerine Cafer b. Mutevekkil geçti ve İbn Zeyyat da öldürüldü. Ben: – Size feda olayım; bu olay ne zaman oldu?! diye sordum. İmam: – Senin oradan ayrılmandan altı gün sonra, karşılığını verdi. [1] Bu konuşmadan birkaç gün sonra Mütevekkil'in elçisi Medine'ye geldi ve olayın İmam Hâdî'nin (a.s) buyurduğu gibi olduğunu gördük. [2] 3- Türkçe Konuşmak Ebu Haşim Caferî şöyle diyor: Vasık'ın ordusunun kumandanı "Boğa" Arapları yakalamak için Medine'den geçtiği sırada ben de Medine'deydim. İmam Hâdî (a.s) bize: "Gidip, bu Türk'ün teçhizatını görelim." buyurdu. Bunun üzerine dışarı çıkarak bekledik. Tepeden tırnağa donanmış ordu gelip yanımızdan geçti. Türk kumandan gelince İmam onunla birkaç kelime Türkçe konuştu. Bu sohbetten sonra kumandan atından inip İmamın atının ayağını öptü. Ben o Türk kumandanı Allah adına yemine vererek: "Sana ne dedi?" diye sordum. Türk kumandan: "Bu adam peygamber midir?" dedi. Ben: "Hayır." dedim. Türk kumandan: "Beni, çocukken kendi bölgemizde çağırdıkları ismimle çağırdı; oysa şimdiye kadar hiç kimse bu ismimi bilmiyordu benim." dedi. [3] 4- Yırtıcı Hayvanların Yanında Uysal Kesilmeleri Ehl-i Sünnet ulemasından Şeyh Süleyman Belhî el-Kunduzî "Yenabiu'l-Mevedde" adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Mesudî şöyle nakletmiştir: Mütevekkil'in emriyle üç tane yırtıcı hayvanı getirip sarayının bahçesine bıraktılar. Sonra İmam Hâdî'yi (a.s) sarayına davet etti. İmam saray bahçesine girince sarayın kapılarını kapamalarını emretti. Fakat o yırtıcı hayvanlar İmam'ın etrafında dönüyor, ona karşı saygı gösteriyorlar, İmam da elbisesinin koluyla onları okşuyordu. İmam daha sonra Mütevekkil'in yanına çıkarak bir süre onunla konuşup aşağı indi. İmam'a saraydan çıkıp gidinceye kadar yırtıcı hayvanlar yine ona karşı aynı hareketleri sergilediler. Daha sonra mütevekkil İmam için büyük bir hediye gönderdi. Mütevekkil'e: "Amcan oğlu (İmam Hâdî -a.s-) yırtıcı hayvanlara böyle davrandı; sen de aynı hareketi yapsana!" dediler. Mütevekkil: "Siz beni öldürmek mi istiyorsunuz?!" dedi ve sonra bu olayı kimseye söylememelerini emretti. [4] 5- İmam Hâdî'nin Heybet ve Azameti Eşter Alevî şöyle diyor: Babamla birlikte Mütevekkil'in evindeydik; o zaman küçük bir çocuktum ben. Ebutaliboğulları, Abbasoğulları ve Caferoğulları'ndan bir grup da oradaydı. O sırada İmam Hâdî (a.s) içeri girdi. Bunun üzerine oradaki herkes imama saygı göstermek için atından aşağı indi. İmam içeri girdi. Oradaki bazıları bazılarına: "Neden bu genç için bineğimizden inelim; ne bizden daha üstün ve ne de yaşı bizden fazladır; vallahi onun için bineğimizden aşağı inmeyeceğiz." dediler! -O sırada orada olan- Ebu Haşim Caferî dedi ki: "Hayır vallahi! Onu gördüğünüz zaman saygı göstermek için tam bir alçaklıkla ineceksiniz." Çok geçmeden İmam, Mütevekkil'in evinden dışarı çıktı; oradakilerin gözü İmam'a ilişince hepsi aşağı indiler. Bunun üzerine Ebu Haşim: "Aşağı inmeyeceğiz demiyor muydunuz?!" dedi. Onlar ise: "Vallahi, bundan kendimizi alamadık ve elimizde olmaksızın atımızdan aşağı indik." dediler. [5] 6- İçindekileri Haber Vermek ve Kabul Olunan Dua İsfahan'da Abdurrahman adında bir Şiî yaşıyordu. Ona, "Neden bu mezhebi seçtin ve İmam Hâdî'nin imametine inandın?" diye sorduklarında dedi ki: Onda gördüğüm bir mucize için. Ben yoksul bir kişiydim. Fakat güçlü bir dilim ve cesaretim olduğu için İsfahan halkı bir yıl bir konuda şikâyette bulunmak için bir grupla birlikte beni Mütevekkil'in yanına gönderdiler. Bir gün Mütevekkil'in evinin dışındayken, Ali b. Muhammed b. Rıza'yı çağırmalarını emretti. Ben oradakilerden birine: "Halife'nin çağırdığı bu adam kimdir?" diye sordum. Adam bana: "Alevî bir adamdır; Rafızîler onu imam bilmektedirler." dedi ve daha sonra şöyle ekledi: "Halife onu öldürmek için çağırtmış olabilir." Ben içimden: "Bu Alevî gelip de onu görünceye kadar yerimden hareket etmeyeceğim." dedim. Bir süre sonra bir atlının Mütevekkil'in evine doğru hareket ettiğini gördüm. Halk, ona saygı göstermek için güzergâhının iki tarafında sıraya geçmiş ona bakıyordu. Gözlerim ona ilişince sevgisi kalbimi sardı ve içimden Mütevekkil'in ona bir zarar vermemesi için dua etmeye başladım. O halkın arasından geçerken atının yelesine bakıyordu; sağa-sola dikkat etmiyordu. Ben sürekli onun için dua ediyordum. Bana ulaşınca tüm yüzüyle bana dönerek: "Allah senin duanı kabul etti; sana uzun ömür verdi; mal ve çocuklarını artırdı." dedi. Bu olaya tanık olunca beni titreme tuttu ve arkadaşlarımın ortasını düşüverdim. Arkadaşlarım: "Ne oldu?" diye sordular. Ben: "Hayırdır." dedim ve başka bir şey söylemedim. İsfahan'a dönünce Allah Teala bana çok miktarda mal verdi. Bugün evimdeki mallarımın değeri binlerce dirheme ulaşmaktadır; evimin dışındakileri ise hesaba katmıyorum. On çocuğum oldu, yaşım da yetmişi geçti; ben kalbimde geçenleri bilen ve hakkımda duası kabul olan kişinin imametine inanıyorum. [6] 7- Komşunun Sorununu Halletmesi Samarra'da İmam Hâdî'nin (a.s) komşusu olan Yunus Nakkaş sürekli İmamın huzuruna çıkarak ona hizmet ediyordu. Bir defasında titrer vaziyette İmam'ın huzuruna gelerek, "Efendim! Aileme iyi davranmanızı vasiyet ediyorum." dedi. İmam: "Bir şey mi oldu?" buyurdu. Yunus: "Ölüme hazırlandım." dedi! İmam tebessüm ederek: "Neden?" buyurdu. Yunus dedi ki: Musa b. Boğa -Abbasîlerin güçlü kumandanlarından ve saray ricallerinden- bana, üzerine bir şey işlemem için paha biçilmez bir yüzük taşı verdi. Ben bu taşın üzerine istediği şeyi işlemek isteyince taşı ikiye bölündü. Yarın yüzük taşını ona teslim etmem gerekiyor; Musa b. Boğa bana bin kırbaç vurduracak veya öldürecektir!" İmam: "Evine dön; yarına kadar hayır ve iyilikten başka bir şeyle karşılaşmayacaksın." diye buyurdu. Ertesi günü sabahın ilk vakitlerinde Yunus tüm vücudunu titreme sardığı halde İmam'ın huzuruna gelerek: "Musa b. Boğa adam göndermiş yüzüğü istiyor." dedi. İmam: "Onun yanına var; hayırdan başka bir şey görmeyeceksin." buyurdu. Yunus: "Efendim! Ona ne söyleyeyim?" diye sordu. İmam tebessüm ederek: "Onun yanına var ve sana verdiği haberi dinle; hayır göreceksin." buyurdu. Yunus gitti ve güler yüzle dönüp dedi ki: "Efendim! Onun yanına vardığımda bana, 'Küçük kızlarım bu yüzük taşı için kavga ettiler; bunu ikiye bölebilir misin; bu işe karşılık seni zengin ederim' dedi." İmam Hâdî (a.s) Allah'a şükredip Yunus'a: "Ona ne dedin?" buyurdu. Ben: "İzin ver biraz düşüneyim, bakalım bu işi nasıl yapabiliriz." dedim. İmam: "İyi cevap vermişsin." buyurdu. [7] 8- Ebu Haşim'e Yardımcı Olması Ebu Haşim Caferî şöyle diyor: Bir defasında kötü bir fakirliğe düşmüştüm. İmam Hâdî'nin (a.s) huzuruna çıktım. Müsaadesiyle oturduktan sonra bana: "Ey Eba Haşim! Allah'ın sana verdiği nimetlerin hangisinin şükrünü yerine getirebilirsin?" buyurdu. Ben ne diyeceğimi bilemedim; sustum. Bunun üzerine İmam'ın kendisi şöyle buyurdu: Allah sana iman nasip ederek onunla vücudunu cehennem ateşinden korumuş, sana sağlık ve selametlik vermiş, kendisine itaat etmen için sana yardımcı olmuş, sana kanaat lütfederek haysiyetini hıfzetmiştir. Sonra şöyle devam etti: Ey Eba Haşim! Sana bu kadar nimet veren kimseden bana şikâyette bulunmak istediğini sanıyorum; onun için bunları söyledim. Ben sana yüz dinar (altın) vermelerini emrettim; onu al. [8] ABNA.İR [1]- el-İrşad, Şeyh Mufid, s.309; el-Fusulu'l-Muhimme, İbn Sabbağ el-Malikî, s.279, biraz farkla; Nuru'l-Ebsar, Şeblencî, s.182. [2]- el-Fusulu'l-Muhimme, İbn Sabbağ el-Malikî, s.279; İhkaku'l-Hak, c.12, s.451. [3]- İ'lamu'l-Verâ, s.359. [4]- İhkaku'l-Hak, c.12, s.451–452. [5]- İ'lamu'l-Verâ, s.360. [6]- Biharu'l-Envar, c.50, s.141–142. [7]- Biharu'l-Envar, c.50, s.125–126. [8]- Biharu'l-Envar, c.50, s.129.