Kal-u Bela Âlemi
Kal-u Bela Âlemi
0 Vote
133 View
Kal-u Bela Âlemi Musa Ayaztekin Allah (c.c) A’raf suresinin sonlarında şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da): Evet (buna) şahit olduk, dediler. Yahut “Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık). Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.” Kal-u Bela Âlemi Nerededir? Allah'ın en önemli ayet ve nişanelerinden birisi insandır. Görünüm olarak küçük ve zayıf da olsa bütün yaratılış âleminin esrarı onda gizlidir. Buna göre kendisinde barındırdığı tüm kemallerle birlikte tanınmayan bir varlıktır. Birçok bilgin, âlim ve sosyolog insan hakkında kitaplar yazmıştır. Ama hiç birisi Kuran, Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamlarının bize tanıttığı gibi kesin ve net bir şekilde insanı ve onun yaşayıp geçirdiği âlemleri tanıtamamıştır. Onlar en güzel ve kolay şekilde gelişim ve tekâmül basamaklarını bize göstermiş ve beyan etmişlerdir. İnsan varlık âlemine adım atmadan önce henüz zerreler halinde Allah onu Hz. Âdem’in zürriyetinden çıkarak bir ahit aldı. Yani Allah Hz. Âdem’den kıyamet gününe kadar dünyaya gelecek tüm insanlardan Allah'ın birliği konusunda biat almıştır. Herkes kıyamet günü biz bu ahitleşmeden haberdar değildik dememeleri için meleklerin şahit olarak bulunduğu bir ortamda Allah'ın birlik ve beraberliğine ikrar etmiştir. Soru Eğer Allah tüm Müslüman ve kâfirlerden biat ve söz almışsa peki neden yeryüzünde kâfir var? Bu sorunun cevabı iki önemli noktayı içinde barındırmaktadır. İki Önemli Nokta 1- Aile: İnsanlar ekonomi ve refahlarıyla ilgili konulara aşırı derecede yöneldiler. Tüm düşünce ve hayatları bu çerçeveye oturmuş durumda. Toplumdaki tekâmül ve hüviyetlerinin temelini oluşturan ailevi konulara içlerinden bir eğilim dahi olsa ya tamamen göz ardı etmiş ya da çok az önem vermektedir. Doğru bir terbiyenin mevcut olmayışı, İslam’ın ahlaki değerlerinin uygulanmayışı bazen ailelerin dağılmasına neden olmaktadır. Hâlbuki aile ortamının ve sıcaklığının korunması ebeveynin görevidir. Allah da bu konuya işaret ederek şöyle buyuruyor: “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız.” Çocuğun sorumluluğu anne ve babanın uhdesindedir. Çünkü o ikisi çocuğun ilk öğretmenleridir. Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Yeni doğan her çocuk tertemiz bir fıtrat üzere doğar. Daha sonra anne ve babası onu Yahudi ya da Hıristiyan yapar.” Anne-babadan etkilenen çocuk temiz fıtratta doğmasına rağmen kâfir olur. Dikkat edilmelidir ki anne-baba sözlü olarak çocuğu eğitip terbiye ettiklerinde bu eğitim davranış olarak pratikte dökülmediği sürece çocuklarda ters etki yapmaktadır. Çocuk anne-babanın kendisini bir şey yapması için zorladıklarını ama kendilerinin o şeyi yapmadıklarını gördüğü zaman iyiyle kötüyü ayırma gücünün az ya da hiç olmamasından dolayı anne-babasının yapmadığı şeyin daha doğru olduğunu sanmaktadır. Aşırı derecede hurma yiyen bir çocuğu fazla yememesini söylemesi için Hz. Peygamber’in (s.a.a) huzuruna getirdiler. Peygamber yarına ertelenmesini söyledi. Ertesi gün çocuğu tekrar Hz. Peygamber’in (s.a.a) huzuruna getirdiler. Hz. Peygamber çok fazla hurma yememesini söyledi. Sahabe şöyle söyledi: Ey Allah'ın Resulü! Neden bunu dün söylemedin? Hz. Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Dün kendim hurma yemiştim. Kendimin yaptığı bir şeyi men etmek istemedim.” Evet! Çocuk, anne-babanın davranışlarını ileride sapkınlığa bile neden olsa kendisi için en iyi ve sağlıklı yol olarak kabul etmektedir. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?" demeyesiniz.” Hz. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmaktadır: “Evlatlarınızı terbiye edin. Siz onlardan sorumlusunuz.” 2- Toplum: Çocuk maneviyatı zayıf olan bir toplumda kendisine örnek olabilecek herhangi bir olgu bulamadığından mecburen maddi unsurlara sarılmakta ve yönelmektedir. Tüm ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarını anne-babasının ona sağladığı maddi ve onun mahsulleriyle gidermektedir. Çocukların maddiyata olan eğilim ve bağlılıkları onlar için fıtri bir olaydır. Fikirsel olarak din ve mektep ile ilgili konuları anlayabilecek kadar gelişmemişlerdir. Ama aynı çocuk bedensel ve ruhsal açıdan büyüdüğünde imanın etkisi onun fikir ve davranışlarında daha çok göze çarpmaktadır. Eğer imanın bu etkisi toplumda bulunmaz ve kendini tatmin edemezse doğal olarak maddiyat tarafına yönelecektir. Hz. Peygamber (s.a.a.) Mekke’de kıyam edip kendi davetini aleni bir şekilde beyan edince gençler arasında büyük bir heyecan ve coşku ile karşılandı. Onlar, fıtratlarındaki din eğilimi nedeniyle Hz. Peygamber’in (s.a.a) etrafında toplanarak Hz. Peygamber’in (s.a.a) sözlerinden etkilendiler. Bu durum, Müslüman gençler ile aileleri arasında şiddetli ihtilafların meydana gelmesine neden oldu. Hatta müşrikler bu ihtilafı Hz. Peygamber’in davasına yaptıkları itirazlardan birisi olarak kabul ettiler. Kureyş Hz. Ebu Talib’in huzuruna gelerek şöyle dedi: Kardeşinin oğlu, ilahlarımıza hakaret ediyor. Gençlerimizi bizden uzaklaştırarak ihtilaflara ve dağılmalara sebep oldu. Toplumun olumlu veya olumsuz her türlü davranış ve tepkisi çocuk üzerinde etki bırakmaktadır. Bu etkileşim aileden fazla olmasa da az olmadığı kesindir. Çünkü çocuk çeşitli çalkantıların yandığı topluma olgunlaşmaya başladığı daha doğrusu gençlik yıllarının başlangıcıdır. Bu yıllar sahih ve doğru bir hedef tayin edilmeden geçirilmektedir. Eğer toplum ve camia genci sahih bir şekilde doyurup ikna etmez ise bu gencin yoldan sapması büyük bir olasılıktır. Gençlik yıllarındaki yaşantı taklitçilikten öteye geçmeyecektir. Kendisi için gelişim ve tekâmül olabilecek bir sosyal yaşantısı olmayacaktır. Hal böyle olunca da taklitçilik onun için emsalleri ve akranları arasında aşağılık kompleksine düşmemesi için bir yol halini alacaktır. Batı dünyasında gençlik cinsellik ve maddecilik anlayışı arasında kaybolmuştur. Gerçek kimliğini kaybetmiş durumdadır. Bu nedenle aileleri, gençlere yönelik programlar hazırlayan kimseler ve hükümetin ileri gelenleri gençlikteki maneviyat boşluğunu çeşitli eğlence merkezleri ya da kumarhaneler açıp sabahlara kadar oyalamakla doldurmaktadırlar. Böyle yaparak gençlerin boş bir vakit bulmaları ve bu boşlukla da din ve mektep ile alakalı konularda araştırma yahut tefekkür etme fırsatını yok etmeyi planlamaktadırlar. Hâlbuki insanın fıtratında bir ilah arama, bir mabuda yönelme duygusu vardır. Maneviyattan başka hiçbir şey bunun yerini tutamaz. “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” Tertemiz Fıtrat Dinin sürekliliği zaman ve insanlar bakımından değişkenlik göstermez. Yani insanlar yaşadıkları asır, zaman ve coğrafya bakımından muhtelif de olsalar sahip oldukları insanlık ve bir dine tabi olma bakımından ortak noktaya sahiptirler. Allah (c.c) onları öyle bir şekilde yaratmıştır ki fıtratları gereği bir dine tabi olma fikrine sahiptirler. “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” Bu ayet insanlar arasında bir dine ve mabuda tapma ihtiyacının olduğunu genel olarak ispatlamaktadır. İnsanın ezelde verdiği bir söz ve alınan bir ahit mevzusu da konunun dışında kalmaktadır. Ama müfessirler alınan söz ve ahdin nicelik ve keyfiyeti hususunda bir takım sorular ileri sürmüşlerdir. Bu sorulara cevap aramak konumuzun dışına çıkmamıza neden olacağından sadece konuyu daha iyi anlayabilmek adına iki tanesine değineceğiz. Bu iki örnek müfessirlerin büyük bir çoğunluğunun ittifak ettiği noktalardır. Bazı müfessirlerin görüşüne göre bu ahit (Kal-u Bela) Allah'ın Hz. Âdem’i yaratmasından sonra alındı. Allah bütün insanları Hz. Âdem’in sulbünden zerreler halinde çıkardı ve ezeli bir ahit alınmış oldu. Bir takım rivayetlerde de şöyle nakledilir: Allah'ın kudreti sayesinde Hz. Âdem’in yaratıldığı çamurdaki zerreler şuur ve bilinç sahibi oldular. Muhatap alınacak hale geldiler. Allah şuur ve bilinç sahibi bu zerrelere “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sordu. Onlar da hep bir ağızdan: Evet Rabbimizsin dediler. Kesin olan şu ki ister mümin olsun ister kâfir olsun Allah (c.c) her bir insandan ezelde bir ahit almıştır. Müfessirler ve ulema arasındaki ihtilaf, birkaç ihtimali geçmeyen şıklarıyla, bu ahdin nasıl alındığına dair olan bir ihtilaftır. Hz. Ali ve Kal-u Bela Âlemi Esbeğ b. Nebate İmam Ali’den şöyle naklediyor: İbn’ul Kevva Hz. Ali’nin yanına gelerek: Ey Müminlerin Emiri! Allah Hz. Musa’dan önce bir beşer ile konuştu mu? diye sordu. İmam Ali (Aleyh'is Selam) şöyle buyurdu: Evet! Allah (c.c) ister iyi olsunlar ister kötü olsunlar tüm mahlûklarla konuşmuştur. Bu cevap İbn’ul Kevva’ya oldukça ağır geldi. İmam Ali’nin (Aleyh'is Selam) ne demek istediğini anlayamadığından nasıl diye sordu. İmam Ali (Aleyh'is Selam) şöyle buyurdu: Sen hiç Allah'ın kelamını okumadın mı? Allah (c.c) Peygamberine şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da): Evet (buna) şahit olduk, dediler. Yahut “Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık). Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.” Ey İbn’ul Kevva! “Evet, şahit olduk” cümlesi insanların Allah'a verdikleri (c.c) cevaptır. Allah şöyle buyurmuştur: Benden başka ilah, benden başka mabud yoktur. Rahman ve rahim olan benim. Bunun karşısında insanlar itaat edeceklerine, Rab olarak edineceklerine, peygamberlere iman edeceklerine söz verdiler. İnsanlar bu sözleri verirken melekler de oradaydı ve hepsi şahit olduğundan şöyle dediler: Ey insanoğlu! Kıyamet günü biz haberdar değildik demeyesiniz diye biz size şahit olduk. Kâinattaki bütün varlıklar özellikle de insan ilk ve temiz fıtratı gereği âlemleri yaratan bir yaratıcıya şahittir. Herkes muktedir bir güç ve zatın varlığını hissetmektedir. Kendi tertemiz fıtratından da ilham alarak O’nun sonsuz azameti karşısında eğilmektedir. Her insanın içinde onu hakikati keşfetmeye davet eden gizli bir davetçi ve kuvvetli bir duygu vardır. Bu hakikati keşfetme duygusu, bütün dinleri kendi çerçevesinde toparlayacak ilahi bir dinin olmasını gerektirmektedir. Allah (c.c) da bu konuya şöyle değinmiştir: “Allah nezdinde hak din İslam'dır” Zira insanlığın saadet, refah ve onurunu koruyabilmek adına İslam dininin asırlar ve yüzyıllar boyunca baki kalması gerekmektedir. Böylece Allah (c.c) Melekût âleminde bazı insanları diğerlerinden ayırarak kendi ilahlığına şahitlik etmelerini istedi. Hepsi birden şahitlik etti. Ezelde böyle bir ahdin alınmasın iki ana sebebi vardı. Biri gaflet diğeri de ata ve babalarının dinlerine körü körüne bağlanmak. Hz. Âdem’in Allah (c.c) İle Konuşmaları İmam Bakır (Aleyh'is Selam) şöyle buyurmaktadır: Allah (c.c) kendi ilahlığı ve bütün peygamberlerin nübüvvetleri için ahit almak üzere Hz. Âdem’in sulbünden insanları çıkardığı zaman peygamberler için ilk aldığı ahit Muhammed b. Abdullah (Allah'ın selamı O'na ve Ehl-i Beyt'ine olsun) nübüvveti için aldığı ahitti. Daha sonra Allah (c.c) Hz. Âdem’e hitaben şöyle buyurdu: Ey Âdem! Bak ne görüyorsun? Hz. Âdem Melekut âlemine bakınca ezelden kıyamete kadar gelecek olan tüm evlatlarını gördü. Zerreler halinde gökyüzünü doldurmuşlardı. Hz. Âdem şöyle dedi: İlahi! Ne kadar çok evladım var! Onları neden yarattın ve aldığın bu ahit nedir? Allah (c.c) şöyle buyurdu: Bana ibadet etmeleri, bir ortak koşmamaları, gönderdiğim peygamberlere iman etmeleri ve tabi olmaları için yarattım ve ahit aldım. Hz. Âdem: İlahi! Bu zerrelerin bazıları büyük bazıları ise küçük, bunun sebebi ne? Bazılarının nurları fazla bazılarının nurları az ve bazılarının da hiç nuru yok? Allah: Onlar liyakat ve yeteneklerine göre yaratıldılar. Ama her halükarda tümü imtihana tabi tutulacaklar. Hz. Âdem: İlahi! Bana konuşma izni veriyor musun? Allah (c.c): Konuşabilirsin. Çünkü senin ruhun da bendendir. Hz. Âdem: İlahi! Onların tümünü aynı şekilde yaratsaydın, hepsine eşit şekilde ömür ve bir tabiat ve zat verseydin daha iyi olmaz mıydı? Böyle olsaydı hiç birisi diğerine haksızlık etmez, aralarında kıskançlık, düşmanlık ve kin olmazdı. Daha doğrusu aralarında hiçbir ihtilaf vuku bulmazdı. Allah (c.c) şöyle buyurdu: Ey Âdem! Sen benden aldığın ruh sayesinde konuşuyor ve anlıyorsun. Ama cisminin ürünü olan noksanlıklardan dolayı hakikatini bilmediğin bir konuyu dile getiriyorsun. Hâlbuki benim her şeyi bilen ve hikmet sahibi Allah olduğumu biliyorsun. Ben sahibi olduğum bilgi ve hikmet nedeniyle mahlûklar arasında ihtilaf meydana getirdim. Kendi irademle onların işlerini düzene koydum. Onlar benim takdir ve tedbirim doğrultusunda kendi varlıklarını devam ettirmektedirler. Benim yaratmamda herhangi bir değişiklik olmaz. İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım. Cenneti, bana ibadet eden, emirlerime uyan ve peygamberlerime tabi olan kimseler için yarattım. Cehennemi ise bana karşı kâfir olan, isyan edip günah işleyen ve peygamberlerime tabi olmayan kimseler için yarattım. Ben, sana ve evlatlarına ihtiyacım olmadığı halde sizi yarattım. Sizleri imtihan etmek, dünyada hangilerinizin amelinin iyi hangilerinizin amelinin kötü olduğu malum olsun diye yarattım. Bu nedenle dünya ve ahreti, hayat ve ölümü, itaat ve isyanı, cennet ve cehennemi yarattım. Yine kendi ilmim ve takdirimle sima, beden, renk ve ömürleri muhtelif yarattım. Yine dünyadaki nasipleri, itaat ve isyanları arasında fark koydum. Onlardan bazıları bedbaht, bazıları ise saadet ehli oldu. Bazıları kör, bazıları sağlıklı, bazılarını kısa boylu, bazıları uzun boyludur. Bazıları çirkin bazıları güzel, bazıları âlim bazıları cahildir. Bazıları fakir bazıları zengin, bazıları itaatkâr bazıları isyankârdır. Bazıları hasta bazıları sağlıklı, bazıları felçli bazıları ise sapasağlamdır. Bunların tümü yaratılış gereğidir. Sahih ve sağlıklı olan kimse hasta ve sağlıklı olan kimseye bakmalı kendi sağlık ve sıhhati için şükretmelidir. Hasta olan kimse sağlıklı olan kimseye bakıp, kendisine şifa vermem için bana yönelmelidir. Gönderdiğim belalara sabredip karşılığında mükâfat almalıdır.