Masum İmamın Ümmet Arasındaki Zarureti Nedendir?
Masum İmamın Ümmet Arasındaki Zarureti Nedendir?
0 Vote
123 View
Neden Peygamber’den sonra her asır ve zamanda masum bir imamın varlığı zaruret arzetmektedir. Cevap: Şii alimler, her asır ve zamanda, özellikle de İslam’ın insanların zihninde yeni yeni şekillenmeye başladığı risalet asrından sonra ümmet arasında masum bir imamın varlığının gereğini farklı yollarla ispat etmişlerdir. Biz bu yollardan bazısına işaret etmeye çalışacağız. 1-İmam Şeriatın Hafızı ve Koruyucusudur. İmam toplum ve ümmet arasında hak ve batıl ölçüsüdür. Doğru ve olmayan ve batıl görüşlerin hak dinden ayrıt edilip tanınma nedenidir. Ümmet böylesine masum bir insana müracaat ederek ihtilaflarını ortadan kaldırabilir, Kur’an ve şeriat çehresini kendi zıt fikirlerinden arındırabilir. Görüşü ve sözü bir hüccet olan masum bir imamın varlığı şeriatı korumada ve Kur’an ayetlerinden her türlü kötü istifade bulunmayı önlemede apaçık bir etkiye sahiptir. Kur’an-ı Kerim, bütün açıklığına ve konuları açıklamadaki kesinliğine rağmen, sürekli olarak Peygamber’den sonra, yetmiş iki fırkanın sarıldığı ve her milletin Kur’an’ın zahirini düşüncelerine delil kıldığı bir kitap olmuştur. Mu’tezile kendi inançları için Kur’an’dan delil getirmektedir. Aynı şekilde bu grubun karşısında yer alan Eş’ariler de kendi görüşlerini Kur’an ayetlerinin zahiriyle delillendirmişlerdir. Hariciler en açık ve fıtri bir husus olan devletin gerekliliği ilkesini bile inkar etmiş ve bu inancına delil olarak, “hüküm sadece Allah’a aittir” ayetini göstermişlerdir. Akaid kitaplarında inançları ve delilleri detaylı bir şekilde açıklanan Hururiye, Mürciye, Keramiye gibi bütün İslami fırkalar, Kur’an’a istinad etmiş ve inançlarını Kur’an’a uyumlu bir şekilde sunmuşlardır. Hanbeliler ve hatta Eş’ariler bile, Allah’ın kıyamet günü görülebileceği konusunda Kur’an’ı delil göstermişlerdir. Ehl-i Sünnetin dört mezhep imamları, çok az konuda ittifak etmişlerdir. Bu dört mezhebin ihtilaf ettiği hususlardan bazısı Kur’an anlamlarını anlamakla ilgilidir. Müslümanlar, her gün yaptıkları bir iş olan abdest konusunda dahi çok derin ihtilaflara sahiptirler. Her grup, kendi görüşüne Kur’an’ın zahirini delil olarak getirmektedir. İslam’ın asli ve fer’i hükümleri hususunda ihtilaflarını ve farklı grupların Kur’an zahirinden istifadeyle ortaya koydukları, delil metotlarını bilen bir kimse Kur’an’ın konuları açıklamadaki bütün açıklık ve yüceliğine rağmen yanlış anlama veya kasıtlı amaçlar nedeniyle Müslümanların görüş birliği halinde olamadığını, aralarındaki ihtilaflarını gideremediğini ve halk ekseninde toplanamadığını açık bir şekilde görür. Oysa şüphesiz bunlardan sadece bir grubun delilleri doğru, diğerlerinin ise batıl ve yanlıştır. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra İslam toplumunda ortaya çıkan büyük belalardan biri de hadis uydurma konusudur. Hadis ve tarih uyduranlar, çeşitli amaçlarla bu meydanda at koşturmuşlardır. Ka’b’ul-Ahbar ve Veheb b. Münebbeh gibi Müslüman gözüken bazı Yahudi ve Hıristiyanlar, İslam’a karşı düşmanlık içinde bulunduklarından bir takım İsraili ve Mesihi uydurmalarını İslam tarihi içine sokmuşlardır. İmanı zayıf olan bazı Müslümanlar da zamanın halifelerinin tahrikiyle veya şöhret ve makam düşkünlüğü sebebiyle hadis uydurmaya koyulmuşlardır. Hadis ve rical kitaplarında bu hadis uyduranların sayıları ve isimleri kaydedilmiştir. Acaba ümmet arasında masum bir İmam’ın varlığı saldırganlara, yalancılara ve kasıtlı kimselere bir engel olmaz mı? Acaba İslam’ı korumak ve İslam’ın nurani yüzünü çirkin göstermekten korumak için her asırda bu önemli görevi yerine getiren bir İmam’ın varlığı gerekli değil midir? Acaba şeriatın ilkelerini korumak, Kur’an ayetleri hususunda her türlü yanlış yorumları engellemek ve kasıtlı kimselerin Kur’an’ın hedef ve anlamlarının tahrifine engel olmak için Ümmet arasında konuşan bir İmam’ın varlığı gerekli değil midir? Şüphesiz böyle bir İmam’ın görüşü Allah tarafından da kesin bir görüş olarak ilan edilmiş olmalıdır. Böylece bu görüş hak ve batılı bir birinden ayırt etme ölçüsü olarak kabul görecektir. Böyle bir imamın geniş bilgisi, doğru görüşü ve gerçeklere dayanan bakışı sayesinde fitneciler ve kasıtlı kimseler, kendi batıl hedeflerine asla ulaşamayacaklardır. Resul-i Ekrem (s.a.a) bir konuşmasında bu hakikate işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Her asırda bir grup adil kimse, dini savunmayı üstlenir. Böylece demirci ocağının, demirin renginin karartısını giderdiği gibi batıl ehlinin tevillerini aşırı gidenlerin tahrifini ve cahillerin düşüncelerini bu dinden uzak kılar.” 2-Masum İmam ve İlahi Devletin Tesisi İmam, bu görevin yanı sıra çok önemli başka bir göreve daha sahiptir. O da ilahi hadleri ve hakları icra etmesi ve İslami gerçekleri mümkün olduğu taktirde hayata geçirerek, ilahi bir devlet kurmasıdır. Esasını hak, doğruluk ve adaletin teşkil ettiği ve bütün ilahi kanunların inceden inceye uygulandığı bir devlet kurmak da İmam’ın asıl görevlerinden biridir. Böylesine tertemiz semavi bir program, başında masum İmam’ın olduğu bir devlet dışında asla hayata geçirilemez. Şeraiti anlamak, İslam’ın yüce kavramlarını derk etmek ve Kur’an’ın nurani hakikatlerini algılamak noktasında dahi, beyan ettiğimiz nedenler sebebiyle aciz kalan, taraftarlarına Allah’ın hükümlerini kendi inançları doğrultusunda öğreten, ihtilaf kaynağı olan ve sonunda da yetmişten fazla fırkaya bölünen bir ümmet asla istenilen bir devleti kuramaz ve İslami gerçekleri hayata geçiremez. 3-Masum İmam ve İslami Hükümlerin Açıklaması Acaba İslam peygamberi, bütün asli ve fer’i hükümleri, beyan etme hususunda başarılı olmuş mudur? Evvela bildiğimiz gibi ne yazık ki bu ümmet, Peygamber’in sünnetini koruma hususunda başarılı olamamıştır. Zira Ehl-i Sünnet hadisçilerinin kendi Sihah ve Müsned kitaplarında Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) ahkam ve teşrii hususunda naklettikleri hadisler, beş yüzü aşmamaktadır. Bu miktar hadis ise bizzat Peygamber zamanında ortaya çıkan olayları açıklamaya bile yetmemektedir. Nerde kaldı ki Müslümanların sonradan karşı karşıya kalmış olduğu yeni olayları açıklamaya yetsin. Bu durumda ümmet arasında öyle masum imamlar olmalıdır ki bu dinin hükümlerini ve sünnetlerini koruyabilsin. Ümmet arasında ilim ve ismeti tıpkı Peygamber’in ilim ve ismet makamı gibi olan, hükümleri doğru bir kaynaktan alan ve ümmetin hizmetine sunan masum imamlar, olmalıdır. Böylece şeraitin tebliği ve hükümlerin beyanı kemale ermiş olsun. 4-Yeni Çıkan Olaylarda Masum’un Müracaat Makamı Olmasının Gereği Müslümanlar Peygamber’in vefatından sonra bir takım yeni olaylarla karşı karşıya geldiler. Bu olayların hükümlerini semavi kitaplarda ve Peygamber’in sünnetlerinde bulamadılar. Bu konuda ikna olmak için ister istemez, kıyas, istihsan, Sedd-i Zerayi’ ve benzeri onlarca zanna dayalı ve hiçbir doğru esası olmayan delillere sarıldılar. Acaba ümmet arasında bu tür eksiklikleri gidermek için masum bir imamın varlığı ümmet ve şeriatın menfaatine değil midir? Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki Müslümanların marifetler, inançlar, adap, ahlak, hükümet ve siyaset alanındaki asli ve fer’i hükümler hakkında içine düştükleri şiddetli ihtilaf şu iki nedenden birine dayanmaktadır: “Ya ümmet arasında şeriatı koruyan masum bir imam yoktur veya ümmet böyle bir masumun varlığını görmezlikten gelmiştir ve herkes kendisinin bir makamı olduğunu düşünerek yeni bir ekol oluşturmaya çalışmıştır. Bağnazlıktan uzak olan bir akıl ve düşünce şu hakikati derk etmektedir ki eğer Müslümanlar arasında masum bir imam var olacak olursa veya eğer bu masuma uyulursa Müslümanların inançlar, marifetler, adap, hükümler, siyasi ve içtimai meseleler hususundaki durumu bugün içinde bulundukları durumdan çok daha farklı olurdu. Ayetullah Cafer Subhani