Sorularla İmam Mehdi (a.f)

1. Soru: Kur'an-ı Kerim'in hangi suresinde ayetinde mehdi var? Kendinize kurtarıcı arıyorsanız Allah yetmez mi? İnsanları böyle Hıristiyan ve Yahudi alıntılarla oyalamak doğru değil. Hem görünmeyen ve doğrudan müdahale edemeyen imam olur mu? Cevap: Muhterem kardeşim, tavsiyemiz önce "Caferilik Sitesinde" İmam Mehdi (a.s)'a ait bilgileri gözden geçirmenizdir. On iki İmam, "İmam Mehdi" ve Makaleler bölümünde  "Kur'an'da Hz. Mehdi". Aziz kardeşim, bilge insanlar bir konuda görüş belirtirken, öyle afaki konuşmazlar. Görüş ve iddialarını delil ve kaynaklara dayandırırlar, veya en azından karşı tarafın görüşünün delil ve gerekçelerini çürüterek onların yanılgılarını ortaya koyarlar. Oysa siz bu yöntemlerin her ikisini de çiğneyerek, peşin bir yargıyla Mehdilik inancını Kur'an ve İslam kaynaklı olmadığını iddia etmiş ve bu iddianıza hiçbir delil göstermemişsiniz. Siz bu iddianızla aslında Ehl-i Sünnet itikadıyla da çelişmişsiniz. Çünkü Ehli Sünnet de ahir zamanda İmam Mehdi'nin geleceğine ve zulümle dolan dünyayı tekrar adaletle dolduracağına inanmaktadır. Ehli Sünnet'in hadis, kelam, tefsir gibi temel kaynakları bu itikadın gerekçeleriyle doludur. Eminiz ki eğer siz bizim İmam Mehdi ile ilgili yazılarımızı ve delillerimizi okumuş olsaydınız, mutlaka böyle konuşmayacaktınız. Dolayısıyla sizi bu yazıları okumaya davet ediyoruz. ***** 2. Soru: Sayın hocam, size bazı sorularım olacak. Cevaplarsanız beni mutlu edersiniz: 12. İmam Hz. Mehdi'nin kıyamet gününe yakın dünyaya adalet dağıtacağına inanıyoruz. Gerçekten de o kişi Hz. Mehdi midir, yoksa gelecek olan mehdinin kim olduğu bilinmiyor mu? Bu konuda kaynaklar nelerdir? Allah sizden razı olsun. Saygılarımla. Cevap: Muhterem kardeşimiz, Hz. Mehdi Peygamber (s.a.a)’in açıkladığı üzere on iki İmam’ın on ikincisidir: Şimdi hayatta ve gözlerden gaiptir. İnsanların gaybet döneminde ondan yararlanması bulutlar arkasında olan güneşten yeryüzündeki varlıkların yararlanması gibidir. O hak ve masum imamdır; yeryüzünün kutbudur. O olmasaydı insanlar varlıklarını sürdüremezlerdi. Çünkü yaratılış alemi imamsız ve hüccetsiz olamaz. O Kur’an’da ve Peygamber’in hadislerinde yer alan kesin vaadler uyarınca zuhur edecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Hz. İsa (a.s) gökten inerek onun yardımcılığını üstlenecektir. Canımız onun ayaklarının altının toprağına feda olsun. Bu konudaki kaynaklar için bu sitenin arşiv bölümünde "Ehl-i Beyt Mesajı" dergisinin 3. sayısında yer alan Mehdilik konusu makalesine, Kütüphane bölümünde yer alan "Adalet Güneşi" isimli kitaba ve keza www.mehdi.tc sitesine bakabilirsiniz. Allah'a emanet olun. ***** 3. Soru: Sünni birisi olarak size sormak istediğim bir soru vardır. Okuduğum ve duyduklarıma göre (yanlışlarım varsa düzeltiniz), Şii anlayışında bir Mehdi inancı (biz Sünnilerde de var fakat Şiilerin ki gibi değil) var ve kıyamete yakın bir zamanda zuhur edecek, zulüm ve günahla dolan yeryüzünü adaletle ve iyiliklerle dolduracak. Şimdi şöyle bir durum ortaya çıkıyor: 1400 sene önce gelen Muhammed (s.a.v) zamanında da dünyanın her tarafı zulüm ve zulümat ve pisliklerle kaplanmıştı; fakat Muhammed (s.a.v) yirmi üç senelik kısa bir zamanda Allah'ın yardımı ve izniyle İslamiyet'i dünyanın başına geçirdi; zulmü kaldırdı; zalimleri defetmesine rağmen yine de insanların beşte birine ve yeryüzünün yarısına (o zamanki coğrafi konuma göre) sözünü dinlettirebildi. Bilindiği üzere son peygamberin inananları, diğer bütün peygamberlerin inananlarından daha fazlaydı; çünkü son peygamberdi. Muhammed (s.a.v) (bine yakın mucize de göstermesine rağmen) dünyanın tamamına sözünü dinlettiremedi; ahir zamanda gelecek Mehdi nasıl ve ne şekilde yeryüzünü adaletle ve iyilikle doldurabilecek; hem akıl ve mantık ve hikmet kanunlarına nasıl ters gelmeyecek? Cevabınızı bekler, saygılar sunarım. Cevap: Muhterem kardeşim, evvela sorduğunuz soru açısından Şia ile Ehli Sünnet arasında bir fark söz konusu değildir; fark başka açıdandır. Yani Hz. Mehdi'nin bazı özellikleri açısındandır. Ama her iki grup da ahiru-z zamanda Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inden olan bir yüce şahsiyetin kıyam ederek yeryüzünü adaletle dolduracağı, İlahi hakimiyeti bütün dünyaya hakim kılacağı noktasında birleşmektedirler. Kaldı ki bu İlahi vaadin gerçekleşeceği, Allah'ın dininin bütün dünyaya hakim olacağı ve Allah'ın salih kullarının yeryüzünü miras alıp ona hakim olacakları bizzat Kur'an tarafından haber verilmektedir. İşte bunlardan bazı örnekler: "Andolsun biz, Zikir'den (Tevrat'tan) sonra (Davud'a indirilmiş) Zebur'da da yazdık ki: "Şüphe yok ki yeryüzü, salih kullarıma miras kalacaktır." (Enbiya, 105) "Allah sizden inanıp iyi işlerde bulunanlara vaat etti ki, onlardan önce gelip geçenleri nasıl yeryüzünde halife (hakim) kıldıysa, onları da mutlaka yeryüzünde halife (hakim) kılacak; hiçbir şeyi bana ortak koşmadan yalnızca bana kulluk etmeleri için, onlara razı ve hoşnut olduğu dinlerini nasip edip o dini, yerleştirip sağlamlaştıracak ve korkularını emniyete dönüştürecektir..." (Nur, 55) "Müşrikler istemese de, bütün dinlere üstün ve galip getirmek üzere elçisini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur." (Tevbe, 33, Saf, 9) Görüldüğü gibi bu ayetlerde, yeryüzünün Allah'ın salih kullarına miras kalacağı, iman edip de salih amel işleyenleri mutlaka yeryüzüne halife ve hakim kılınacağı, İslam dininin, yeryüzünde yerleşip sağlamlaşacağı, inananların korkularının emniyete dönüşeceği ve bilahare Müşrikler istemese de Resulullah'ın getirdiği hak dinin bütün dinlere galip kılınacağı vaat edilmektedir. Oysa şu ana kadar bu İlahi vaatlerin gerçekleşmediği ortadadır.  İşte biz, bu ve benzeri ayetlere ve bu konuda Şia ve Sünni kaynaklarda nakledilen yüzlerce hadise dayanarak bunların Hz. Mehdi zamanında gerçekleşeceğini söylüyoruz. Aslında sizin bu kıyaslamanız bir kere yanlıştır. Zira bunun Resulullah'ın zamanında gerçekleşmediği (haşa) Resulullah'tan kaynaklanan bir durum değildir ki böyle bir kıyaslamaya da yer kalmış olsun. Veya Hz. Mehdi'nin zamanında gerçekleşeceği yine ondan kaynaklanan bir şey değildir. İlahi irade böyle tecelli etmiş ve Allah-u Teala ahiru-z zamanda bu vaadin gerçekleşmesini murat etmiştir ve böyle maslahat görmüştür. Bu ise onun sonsuz kudret ve lütfüyle gerçekleşecektir. Kısacası böyle bir şeye inanmak (haşa) Hz. Mehdi'nin Resulullah'tan üstün veya önemli olduğu anlamına gelmez. Diğer Bir Soru: Cevabınız için teşekkür ederim. Ama bir de olayı  "Eğer Allah isteseydi, bütün insanları ehl-i iman yapardı." ayeti açısından değerlendirirsek, nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Cevabınızı beklerim. Cevap: Muhterem kardeşim, ben teşekkür ediyorum. Sorunuza gelince, bunu biraz garipsediğimi söylemek isterim. Aziz kardeşim, bahsettiğiniz ayetle, benim ortaya koyduğum ayet ve İlahi vaatler arasında hiç bir alaka yok veya daha doğrusu benzerlik söz konusu değildir. Eğer inşaallah biraz dikkat ederseniz, mesele gayet açıktır. Bakın, benim verdiğim ayetlerde, gerçekleşeceği kesin bir şekilde üstelenen İlahi bir vaat ve iradeden bahsediliyor. Lütfen ayetlerin mealini tekrar bir gözden geçirin. Ama sizin bahsettiğiniz ayette ise "Allah isteseydi şöyle olurdu." Yani “Allah böyle istememiştir” buyurmak istiyor. İstemediği için bir kimse imanda zorlanmaz. Bu İlahi adalete ters düşer. Ayrıca, insanın yaptıklarının da hiç bir değeri olmazdı. Yani o zaman insanın robottan bir farkı kalmazdı. Bu yüzden biz insanın amellerini serbest ve hür bir iradeyle seçerek yaptığına inanıyoruz. Verdiğiniz ayet de bu gerçeği vurgulamak istiyor. Belki şu açıdan bu benzetmeye gitmiş olabilirsiniz ki, eğer insanlar imanda zorlanmamışsa, o zaman nasıl dünyanın her tarafını adalet dolduracak ve İslam her yere hakim olacaktır? Eğer maksadınız bu ise, bunun cevabı şudur; İslam'ın her yere hakim olacağı, adaletin her yeri dolduracağını söylemek, herkesin Müslüman ve mümin olacağı anlamına gelmez. Söylenmek istenen şudur; hakimiyet açısından bütün dünyaya Allah'ın salih kulları hakim olacaktır. Ve adalet düzenini sağlayacaklardır. Ama buna rağmen insanlar İslam'ı seçip seçmeme açısından serbest bırakılacaklardır. Nitekim bu konuda nakledilen bir çok hadiste, o zamanda dahi zimmi kafirlerin, (İslam'ın hakimiyeti altında yaşayacak kafirlerin bulunacağı) açıkça belirtilmiştir. Evet bu ilahi hakimiyete ters düşen ve ona engel olmaya çalışanlar ortadan kaldırılacaklardır. Her halükarda sizin de gördüğünüz gibi verdiğim ayetlerde, bütün dünyayı kapsayacak ilahi bir hakimiyetten açıkça ve vurgu yapılarak bahsedilmektedir. Farz edelim ki siz bunu Hz. Mehdi'ye yönelik tefsir etmediniz, ama bilahare bu hakimiyetin nasıl ve ne zamanda gerçekleşeceğine açıklık getirmeniz gerekir. Kaldı ki bahsettiğiniz zorlama hakkında ısrarlı olursanız, o burası için de geçerlidir. Siz bunun için ne cevap verirseniz, bizim de cevabımız o olacaktır. Allah'a emanet olun. ***** 4. Soru: Birisinden duyduğuma göre Zamanımızın imamı Hz. Mehdi (a.s) zuhur etmiş. Bu doğru mu? Hz. Mehdi (a.s) kimdir? Detaylı bir şekilde bilgi edinmek istiyorum. Allah'a emanet olun. Cevap: Aziz kardeşim, Zamanın İmam’ı Hz. Mehdi, Hz. İmam Hasan Askeri’nin oğludur. Hicri 255 yılında Samirra şehrinde dünyaya gelmiş ve ilahi irade gereği gaybete çekilmiştir. Ehl-i Beyt mektebinin tüm alim, fakih, arif ve bu mektebe bağlı olan herkes o İmam’ın varlığına ve İlahi irade gereği bir gün zuhur edip tüm yeryüzünde adaleti hakim kılacaklarına inanmaktadırlar. Ehl-i Sünnet’ten de bir çok büyük şahsiyet özellikle irfan ve tasavvufta ün yapmış kimseler Hz. Mehdi’inin varlığını itiraf etmişlerdir. Hz Mehdi (a.s) zuhur etmiş değildir. Onun zuhuru için Peygamber ve Ehl-i Beyt imamları tarafından belirtilen alametler gerçekleşmemiştir. Onun zuhuru için belli bir zaman belirleyen kimse sahih hadisler gereğince yalancıdır. O Allah’ın dinini tüm dinlere galip ve salihleri yeryüzüne varis kılacağına dair kesin vaadinin gerçekleştirmek için Allah’ın irade ettiği bir zamanda zuhur edecektir. Allah bizi ona feda eylesin. Kalbimizde yerleşen muhabbet ve marifetini sürekli artırsın, kamil eylesin. ***** 5. Soru: Son imâm olarak İmâm Hasan Askeri'nin oğlu İmâm MEHDİ'nin gaybeti veya vefatı sonrası bu güne kadar imâm kim veya kimler olmuş? Şu anda imâm kim? Nasıl bileceğiz? İmâm MEHDİ'nin gelip gelmediğini nasıl bileceğiz? Cevap: Elimizde olan güvenilir kaynaklar bize Hz. Mehdi'nin (a.s) iki gaybetinden bahsetmektedir. Küçük (kısa dönem) gaybeti, büyük (uzun dönem) gaybeti. Küçük gaybet zamanında Hz. Mehdi'nin sırasıyla dört özel vekili, onunla Şiaları arasında  vasıta olmuş, onların soru ve sorunlarını Hazret'e intikal ettirerek gereken talimatı onlara ulaştırmışlardır. Takriben 75 yıl süren bu dönemin ardından uzun gaybet dönemi başlamıştır. Hz. Mehdi (a.s) bu gaybetin başlangıcında son özel vekili kanalıyla Şialarına şu mesajı vermiştir: "Bundan sonra, ortaya çıkacak sorun ve olaylarda, bizim hadislerimizi nakleden (bizim hadis ve görüşlerimizde uzmanlaşmış) müçtehid ve fakihlere müracaat edip vazifelerinizi onlardan öğrenmeğe çalışacaksınız. Onlar benim, ben de Allah'ın size olan hüccetiyim." Böylece o günden bugüne kadar Şia, sürekli Ehl-i Beyt'in hadisleri ve görüşlerinde uzmanlaşmış fakih ve müctehidlere müracaat edip İslâm'ı onlardan öğrenmeğe çalışmışlardır. Bu müctehidler bir anlamda Hz İmâm Mehdî'nin genel vekilleri konumundadırlar. Elbette taklit edilmesi gereken bu müçtehidlerin özellikleri de hadislerde beyan edilmiştir. Mesela zamanın en bilgili alimi; takvalı, cesaretli, diri, zamanının çeşitli gereksinimlerine vakıf ve .. olan birisi olmalıdır. Geçmişte bunların kimler olduğunu ve bugün bu misyonun kimler tarafından temsil edildiğini öğrenmek isterseniz, Şia'nın kaynakları ve ilim merkezleriyle yakından tanışmanız gerekir. Hz. Mehdi'nin gelip gelmediğini nereden bileceğiz? diyorsunuz. Aziz kardeşim Hz. Mehdi'nin hem şahsi özellikleri, hem geleceği zamanın özellikleri ve nişâneleri, hem de geldiği sırada vuku bulacak harikulâde olaylar ve Mehdi kıyamının sonuçları hakkında Resulullah ve Ehl-i Beyt'inden nakledilen hadislerde detaylı bilgiler verilmiştir; hatta bunlardan bir kısmı Sünnî kaynaklarda da nakledilmiştir. Hepsinden de önemlisi O Mübareğin kıyamıyla İslâm'ın bütün dünyaya hâkim olması ve Kur'ân'ın tabiriyle  Allah'ın dininin bütün dinlere galip gelmesi, sâlih ve müstaz'af mu'minlerin bütün dünyayı miras alması (hâkim olması)dır ki hâlâ gerçekleşmiş değildir. Bu mevzuda şimdilik bu kadarıyla yetinip, size "Ehl-i Beyt Mesajı" dergisinin "Hz. Mehdi Özel Sayısı"nı (15. Sayı) okumanızı tavsiye ediyorum. Söz konusu kaynakta Hz. Mehdi'yle ilgili  çeşitli sorularınıza doyurucu cevaplar bulacağınızdan eminim. ***** 6. Soru: Yaşayan zamanın imamının kim olduğunu öğrenmek istiyorum; kendisine ulaşabileceğimiz bir adres veya e-posta ulaştırabilirseniz veya bizzat benimle temasa geçerseniz sevinirim. Cevap: Şimdi hayatta olan imam, Hz. Muhammed Mustafa'nın son vasisi, tüm Peygamberlerin emanetlerinin taşıyıcısı, on iki imamın sonuncusu İmam Hasan Askeri'nin oğlu Hz. Mehdi'dir. (Allah tüm varlığımızı ona feda etsin.) O, Allah'ın iradesiyle gözlerden gaiptir. İnsanların arasında yaşıyor; her yıl hac amellerine iştirak ediyor; insanlar onu görüyorlar ama onu tanımıyorlar. Gaybet döneminde insanların ondan yararlanması aynen bulut arkasında olan güneşin ısı ve ışığından dünyadaki canlıların ve bitki ve diğer maddelerin yararlanmasına benzetilmiştir. (Bu benzetme Hz. Peygamber (s.a.a)'dan on iki imam ve Hz. Mehdi hakkında nakledilen bir hadiste yer almıştır.) O Allah'ın yeryüzündeki en büyük velisidir; imkan aleminin kutbudur. Tüm alem onun aşkı ve muhabbetiyle varlığını sürdürmektedir. Gerçek ilim, takva ve ahlaki faziletler ile, ona yakın olmak ve ondan özel manevi feyiz almak mümkündür. ***** 7. Soru: Avni İlhan isimli Sünni bir yazar, Mehdilik hakkında yazdığı kitabının, "Ehl-i Sünnet'te Mehdilik" bölümünde şöyle diyor: “Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed b. Hanbel ve bunların yanında Hakim, Tabarani, Ebu Ya’la el-Mevsili gibi hadis imamları Mehdi ile ilgili hadisleri nakletmişlerdir. Dolayısıyla bizim buraya alamadığımız daha bir çok rivayet vardır. Fakat bunların aşağı yukarı en sağlam olanlarını zikrederek her rivayetle ilgili en az bir ravi hakkında yukarda (çoğu dipnotlarda olmak üzere) bilgiler sunduk. Ulaştığımız kanaat şudur: Ehl-i Sünnet prensiplerine göre, bunların senet yönünden bile kat’iliği söz konusu edilemeyeceği için, sadece bu rivayetlerin, Mehdiliğin bir inanç esası olmasına yetmeyeceği ortadadır.Bilindiği gibi inanç esasları, en kati ve açık naslarla ortaya konulmuştur. Bu bakımdan ümmetin üzerinde ittifak ettiği hususlarda hep aynı kat’iyyet ve serahatle naslara dayanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Mehdi ile ilgili açık herhangi bir nass yoktur. Yine bu hususta mütevatir derecesinde rivayetler de söz konusu değildir.” Bu konu hakkında bize ayrıntılı bilgi vermenizi istirham ediyoruz. Cevap: Son zamanlarda bazı çevrelerce Asrı Saadetten bu güne kadar bütün Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri bir inanç olan Mehdilik inancı hakkında bazı şüpheler uyandırılmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Oysa bu inanç öyle köklü ve esaslı bir inançtır ki Müslümanlar, birçok konuda ihtilafa düşmüş olmalarına rağmen genel hatlarıyla Hz. Mehdilik akidesi üzerinde birleşmişlerdir. Dahası Mehdilik inancı o kadar esaslı bir inançtır ki, bizzat Kur’an-ı Kerim’de haber verildiği üzere bütün ilahi dinler ahir zamanda gelip dünyada ilahi hakimiyeti kurarak gerçek adaleti uygulayacak olan Mehdi inancında birleşmiş ve bunu bir ilahi müjde olarak bütün insanlık alemine vermişlerdir. Durum bundan ibaretken bu inancın asaletin hakkında şüphe uyandırmaya çalışanlar gerçekte ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmeye çalışmaktalar, oysa Allah Teala kesinlikle kendi nurunu tamamlayacağını vaat etmiştir. Günümüzde bu çabanın ön cephesinde yer alanlar arasında özellikle oryantalistler ve Batı taklitçiliğini prensip edinmiş olan bazı sözüm ona aydınlar göze çarpmaktadır. Bunun bir örneği de Avni İlhan’ın “Mehdilik” adlı kitabındaki çabasıdır.  Kitabının Ehl-i Sünnet’te Hz. Mehdilik bölümünde mezkur yazar tüm Müslümanların ittifak ettiği böyle köklü bir konuyu Ehl-i Sünnet inanç esaslarından mı, değil mi şeklinde bir yaklaşımla ele alarak ilgili hadislerden bir kaç örnek zikredip kendi zannınca taz’if ettikten sonra kitabının 140. sayfasında sizin naklettiğiniz sözlere yer veriyor. Ne yazık ki, açıkça söylemek gerekir ki, Avni İlhan’ın bu sözleri gerçekleri bilerek ve açıkça inkardan başka bir şey değildir. Çünkü şimdiye kadar hiç bir hadis alimi Hz. Mehdi ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu inkar etmemiştir. Biz bu konunun daha bir açıklık kazanması için onu müstakil bir başlık altında ele almaya çalışacağız: Hadislerde İmam Mehdi (a.s) Emevi ve Abbasi hükümdarlarının şiddetle Ehl-i Beyt hakkındaki hadislerin söylenip kitaplarda yazılmasını önlemeye çalışmalarına rağmen, Şia ve Ehl-i Sünnet kitapları İmam Mehdi aleyhi’s-selâm hakkında olan hadislerle doludur ve her iki fırkanın da büyük alimleri bu konuda geçen hadislerin tevatür haddini aştığını belirtmişlerdir. Şia ulemasının bu husustaki sözlerini nakletmeyi gerek görmüyoruz. Çünkü Şia camiası içerisinde bu husus gün gibi açıktır. Ancak Ehl-i Sünnet camiasından sayıları çok az da olsa bazılarının bu hususta şüphe uyandırmaya çalıştıklarından dolayı bu gibilerine de hüccetin tamamlanması için burada Ehl-i Sünnet ulemasının bu husustaki bazı açıklamalarını aktarıyoruz. 1- Hafiz el Askalani, “Tehzib-ut Tehzib” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Mehdi hakkında Hz. Muhammed Mustafa sallâ'llâhu aleyhi ve alih’den gelen; Mehdi’nin onun Ehl-i Beyt’inden olduğu, yedi sene hükümet edeceği, yeryüzünü  adaletle dolduracağı, İsa aleyhi’s-selâm çıkıp Deccal’ı öldürmekte ona yardım edeceği, Mehdi’nin bu ümmete imamlık yapacağı ve İsa aleyhi’s-selâm’ın onun arkasında namaz kılacağına dair hadisler -teferruatıyla birlikte- mütevatirdir.”(1) 2- Suyuti “el Havi Li-l Fetava” ve “el Fevaid-ül Mutekasire Fi-l Ahadis-il Mutavatire” adlı kitaplarında aynı şeyi yazmaktadır. 3- Şeblenci “(2) Nur-ul Ebsar” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Peygamber-i Ekrem’den, Mehdi’nin onun Ehl-i Beyt’inden olduğu, yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İsa’ya Deccal’ı öldürmekte yardım edeceğine dair gelen hadisler mütevatirdir.” 4- Muhammed bin Resul el Berzenci, “el-İşae li Eşrat-is Sae” adlı kitabının 87. sayfasında şunları yazıyor: “Mehdi’nin varlığı, ahir zamanda çıkacağı, Resulullah’ın öz soyundan olup, Fatıma’nın evlatlarından olduğu hususu mânen tevatür haddine ulaşmıştır; dolaysıyla bunları inkar etmek anlam taşımaz.” 5- Muhammed bin Hasan el Asfevi, “Menakıb-üş Şafiiyye” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Resulullah’dan bize ulaşan Mehdi ile ilgili ve Mehdi’nin onun Ehl-i Beyt’inden olduğunu belirten rivayetler tevatür haddine ulaşmıştır.” 6- Ahmed bin Zeyni Dehlan eş Şafii, “el Futuhat-ül İslamiyye” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Mehdi’nin zuhurunun zikrolunduğu hadisler çok sayıda olup mütevatirdir. Bunların içerisinde sahih, hasen ve zayıf olanlar vardır. Gerçi bu hadislerin zayıf olanları daha fazladır, ancak sayılarının çok oluşu ve onları tahric  edenlerinin fazla oluşu nedeniyle bunlar birbirlerini takviye etmekteler. Dolayısıyla bu hadislerin toplamından insana yakin gelir. Şu kadarı kesindir ki, Mehdi zuhur edecek ve o Fatıma’nın neslindendir ve o yeryüzünü adaletle dolduracaktır.” Sözün kısası, İmam Mehdi hakkında gelen hadislerin mütevatir olduğunu belirten Sünni alimleri çok fazladır. Bizim onların hepsinin sözlerini burada nakletmemiz uzun süreceğinden sadece onlardan bazılarının isimlerine işaret etmekle yetiniyoruz. 7- El-Hafız Muhammed bin Hüseyin El Abiri Menakib-uş Şafii adlı kitabında 8- Şeyh Muhammed bin Ahmed es-Sefarini el-Hanbeli El-Levaih adlı kitabında 9- Seyyid Muhammed Sıddık Hasan el Kunuci el Buhari El İzae lima Kana ve Ma Yekunu Beyne Yedeyis Sae adlı kitabında 10- Ebu Abdullah Muhammed bin Cafer el Kattani el Maliki Nazm-ul Mütenasir Fi-l Hadis il Mütevatir adlı kitabında 11- İbn-i Hacer el Heytemi es Savaik ul Muhrika adlı kitabında, s. 165. 12- Şeyh Muhammed el Haneri el Mısri İthafu Ehl-il İslam adlı kitabında. 13- Şeyh Muhammed es-Sabban İs’af-ur Rağibin adlı kitabında, s. 140. 14- Es-Suveydi Sebaik uz Zehep adlı kitabında, s. 78. 15- Şeyh Abdulhak Sünen-i Tirmizi’nin hamişesinde (c. 2, s. 46, Dehli baskısı) 16- Şeyh Mansur Ali Nasif Gayet-ul Me’mul adlı kitabında c. 5, s. 382 15- Kadı Muhammed bin Ali Eş Şavkani Et Tevzih Fi Ma Cae fi-l Mehdi adlı kitabında. 16- Şeyh Muhammed Zahid Kevseri Nazrat-un Abire adlı kitabında. O bu hususta şöyle demiştir: “Mehdi, Deccal ve Mesih’le ilgili hadislerin tevatür haddine ulaştığı konusuna gelince bu, hadis ilmi alimleri arasında şüphe edilmeyen bir konudur.” 17- Abdulvahhab Abdullatif es Savaik-ul Muhrika’nın hamişinde. Bu gerçeği kabul eden büyük alimlerin sayısı oldukça çok; ama söz fazla uzamasın diye bu kadarıyla yetiniyoruz. Alimlerin kabul ettiği diğer bir gerçek de bütün Müslümanların Hz. Mehdi’nin zuhur edeceğinde ittifak etmiş olmalarıdır. Suveydi Sabaik-uz Zeheb adlı kitabında (s. 78) şöyle yazıyor: “Ulema şunda ittifak etmişlerdir ki, ahir zamanda Mehdi kıyam edecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Mehdi ve zuhuru ile ilgili hadisler pek çoktur.” Şeyh Mansur Ali Nasif Et Tac-ul Cami Li-l Usul fi Ehadis-ir Resul adlı kitabın hamişinde olup bu kitabın şerhi olan Gayet-ul Ma’mul’da (c. 5, s. 310) şöyle yazıyor: “Seleften halefe ulema arasında şu konu meşhurdur ki, ahir zamanda Ehl-i Beyt’ten Mehdi ismini taşıyan bir kişi zuhur edecek ve İslam beldelerinin hakimi olacak; Müslümanlar ona tabi olacaklar o Müslümanlar arasında adaletle davranacak ve dini teyit edecektir. Ondan sonra da Deccal zahir olacak ve İsa aleyhi’s-selâm inip onu öldürecek veya İsa Mehdi ile onu öldürmekte yardımlaşacaktır. Mehdi ile ilgili hadisleri ashabın seçkinlerinden bir grup rivayet etmiştir. Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace, Taberani, Ebi Yala, el Bazzaz, İmam Ahmed ve Hakim gibi büyük muhaddisler (r.a) de bu hadisleri tahric etmişlerdir. İbn-i Haldun gibi bu hadisleri tazif edenler ise şüphesiz hata etmektedirler. İsa’dan gayri Mehdi yoktur’a dair nakledilen rivayete gelince; Beyhaki ve Hakim ve diğerlerinin de belirttiği üzere bu zayıf bir rivayettir.” Gerçekte İsmaili Şiası olan Fatımi hükümdarlarına muhalefet amacıyla Hz. İmam Mehdi ile ilgili hadislerin bir kısmında şüphe uyandırmaya çalışan İbn-i Haldun dahi Mehdi İnancının İslam’ın doğuşundan bu yana asırlar boyunca bütün Müslümanların kabul ettiği bir inanç olduğuna itiraf etmektedir. O, Mukaddime adlı kitabının 367. sayfasında şunları yazıyor: “Bil ki, asırlar boyunca bütün Ehl-i İslam içerisinde şu meşhur olmuştur ki, ahir zamanda Ehl-i Beyt’ten olan bir kişi zuhur edecek, dini teyit edip adaleti egemen kılacak ve Müslümanlar ona tabi olacaklardır. O Müslüman ülkelerin hakimi olacaktır ve onun ismi Mehdi’dir.” Allame Ebu Tayyip el-İzae Lima Kane ve Ma Yekunu Beyne Yedeyi-s Sae adlı kitabında şöyle yazıyor: “Mehdi ahir zamanda zuhur edecektir ve onu inkar etmek büyük bir küstahlık ve sapıklıktır.” Büyük Ehl-i Sünnet alimlerinden konuyu tahkiki olarak ele alan her alim aynı sözleri söylemiştir. Biz konunun fazla uzamaması için bu kadarıyla yetiniyoruz. İmam Mehdi hakkında gelen hadisleri Ehl-i Sünnet’in yüzlerce büyük ve muteber alimi kendi hadis, tefsir, kelam, irfan, tarih, biyografi ve lügat kitaplarında tahric etmişlerdir. Örnek olarak onlardan bazılarını aşağıda zikrediyoruz: 1-      Buhari Sahihinde.(3) 2-  Müslim Sahihinde. 3-  Buhari Et Tarih-ul Kebir adlı kitabında. 4-  Ebu Davud Süneninde. 5-  İbn-i Mace Süneninde. 6-  Hakim Müstedrekinde. 7-  Ahmed bin Hanbel Müsnedinde. 8-  Tirmizi Sahihinde. 9-  İbn-i Kesir, El-Bidaye ve-n Nihaye adlı kitabında. 10- İbn-i Kesir Nihayet-ul Bidaye adlı kitabında. 11- Yine El Kavl-ül Müstahsan adlı kitabında. 12- Hatip Mişkat-ul Mesabih adlı kitabında. 13- Zehebi Mizan-ul İtidal adlı kitabında. 14- Yine Tezkiret-ul Huffaz adlı kitabında. 15- Yine Lisan-ul Mizan adlı kitabında. 16- Yine Tarih-ul İslam adlı kitabında. 17- Yine Telhis-ul Müstedrek adlı kitabında. 18- Genci Kifayet-ut Talip adlı kitabında. 19- Yine El-Beyan adlı kitabında. 20- Muttaki Kenz-ul Ummal adlı kitabında. 21- Yine Muntehab-u Kenz-ul Ummal adlı kitabında. 22- Ebu Nuaym Hilyet-ul Evliya adlı kitabında. 23- Yine Ahbar-ı İsbahan adlı kitabında. 24- Muhibbuddin Taberi Zehair-ul Ukba adlı kitabında. 25- Yine Er-Riyaz-un Nazıra adlı Kitabında. 26- Hamevi Meşarik-ul Envar adlı kitabında. 27- İbn-ül Mağazili el Manakıp adlı kitabında. 28- Es Semani er Risalet-ul Kavmiyye adlı kitabında. 29- El Cuveyni Feraid-us Simtayn adlı kitabında. 30- Yusuf bin Yahya İkd-ud Dürer adlı kitabında. 31- Yine el-Bed’u ve-t Tarih adlı kitabında. 32- Beyhaki el-İtikad adlı kitabında. 33- Yine el-Ba’s ve-n Nuşur adlı kitabında. 34- Hamidi el-Cem’u Beyn-es Sahiheyn adlı kitabında. 35- Heysemi Mecma-uz Zevaid adlı kitabında. 36- Ed-Doabi el-Kuna ve’l Esma adlı kitabında. 37- Taberani el-Mucemu-s Sağir adlı kitabında. 38- Taberi Tefsirinde. 39- Harezmi El-Menakıp adlı kitabında. 40- Hatip Tarih-i Bağdad adlı kitabında 41- İbn-ül Esir en Nihaye adlı kitabında. 42- Askalani el-İsabe adlı kitabında. 43- Yine Lisan-ul Mizan adlı kitabında. 44- Yine Tehzib-ut Tehzip adlı kitabında. 45- İbn-i Asakir Tarih-i Dimeşk adlı kitabında. 46- İbn-i Ebi-l Hadid Nehc-ul Balağa’nın Şerhi’nde. 47- Sa’lebi Tefsirinde. 48- İbn-ul Esir Üsd-ül Gabe adlı kitabında. 49- Semhudi Cevahir-ul İkdeyn adlı kitabında. 50- Diyarbekri Tarih-ul Hamis adlı kitabında. 51- İbn-ül Cevzi Tezkire adlı kitabında. 52- İbn-i Hallikan Vefeyat-ul A’yan adlı kitabında. 53- İbn-i Tolun Şuzurat-uz Zehebiyye adlı kitabnda. 54- Muhammed bin Talha Matalib-us Seul adlı kitabında. 55- İbn-i Hacer Heytemi es-Savaik-ul Muhrika adlı kitabında. 56- Yine el Kavl-ül Muhtasar adlı kitabında. 57- İbn-i Hacer-il Mekki el Fetave Hadise adlı kitabında. 58- Suyuti el-Cami-us Sağır adlı kitabında. 59- Yine el-Havi li-l Fetava adlı kitabında. 60- Yine Neşr-ul Alemeyn adlı kitabında. 61- El Bağavi Mesabih-us Sünne adlı kitabında. 62- Nalusi Zehair-ul Mevaris adlı kitabında. 63- İbn-ud Dubbi Temyiz üt Tayyip adlı kitabında. 64- Yine Teysir-ul Vusul adlı kitabında. 65- Şablenci Nur-ul Ebsar adlı kitabında. 66- Muhammed Mubin el Hindi Vesilet-un Necat adlı kitabında. 67- Balevi Buğyet-ul Müsteşidin adlı kitabında. 68- El-Arif Abdurrahman Mir’at-ul Esrar adlı kitabında. 69- Seyyid Abbas El Mekki Nüzhet-ul Celis adlı kitabında. 70- El konduzi Yenabi-ul Mevedde adlı kitabında. 71- El Bedehşi Miftah-un Necat adlı kitabında. 72- Abdürrahman Deşti Şevahid-ün Nübüvvet adlı kitabında. 73- Muhammed Hace Parsa Fasl-ül Hitap adlı kitabında. 74- Şeyh Abdulhak Eşi’et-ül Lemaat adlı kitabında. 75- İbni Teymiyye Minhac-üs Sünnet adlı kitabında. 76- İbn-i Sabban İs’af-ur Rağibin adlı kitabında. 77- El Menavi Kunuz-ül Hakaik adlı kitabında. 78- Yine İnsan-ul Uyun adlı kitabında. 79- En Nebhani Feth-ul Kebir adlı kitabında. 80- Yine Eşref-un Nebi adlı kitabında. 81- Yine Levahir-ul Bihar adlı kitabında. 82- En-Nasani Tarih-ur Rikka’ye yazdığı talikada. 83- El-Azizi es-Sirac-ul Munir adlı kitabında. 84- İbnül Arabi el-Fütuhat-ul Kebire adlı kitabında. 85- Yine Muhazeret-ul Ehvar adlı kitabında. 86- El-Kurtubi Tezkire adlı kitabında. 87- Ebu-l Ala el-Attar el-Erbain adlı kitabında. 88- Abdulvahhab Şa’rani Munteser-ut Tezkire adlı kitabında. 89- Şeyh Abdulhak Şerh-ul Mişkat adlı kitabında. 90- İbn-i Manzur Lisan-ul Arap adlı kitabında. 91- Zeyni Dahlan es-Siret-un Nebeviyye. 92- Şeyh Hasan Neccar El-Esrar adlı kitabında. 93- El Berzenci el-İşae Fi Eşrat-is Sae adlı kitabında. 94- En Nevevi Nihayet-ul İrb adlı kitabında. Ve daha nice Ehl-i Sünnet’in büyük alimleri. Şimdi İmam Mehdi ile ilgili adı geçen kitaplarda nakledilen hadislerden bir kaç örnek verelim. Bu hadislerin senetlerini de zikredip senetlerinin sıhhati açısından onları incelemek bu makaleyi aştığından biz sadece hadisin yer aldığı kitap ve hadisi Hz. Resulullah’dan rivayet eden şahsın ismini vererek nakledeceğiz. 1- Sahih-i Tirmizi, c. 2, s. 46; Abdullah’dan: Şöyle demiştir: Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih dedi ki: “Araplara benim Ehl-i Beyt’imden ismi benim ismim olan bir kişi hakim olmadıkça dünya sona ermeyecektir.” Tirmizi dedi: Aynı anlamda Hz. Ali, Ebu Said, Ümmü Seleme ve Ebu Hureyre den de bu hadis rivayet edilmiştir. Ve bu hasen ve sahih bir hadistir. Bu hadisi Ahmed bin Hanbel Müsned’inin 1. cildinin 576. sayfasında nakletmiştir. 2- Sahihi Tirmizi, c. 2, s. 46; Abdullah’dan: Şöyle demiştir: Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Benim Ehl-i Beyt’imden ismi benim ismimle aynı olan bir kişi hükümdarlığa kavuşacaktır.” Asim ve Ebu Salih, Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir ki Resulullah şöyle dedi: “Eğer dünyanın ömründen sadece bir gün dahi kalsa Allah o günü benim Ehl-i Beyt’imden benim ismimi taşıyan bir kişinin hakim olması için uzatacaktır.” Bu hadisi Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde, c. 1, s. 376, tahric etmiştir. 3- Sahih-i Tirmizi, c. 2, s. 46; Ebu Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Hz. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’den sonra bazı olayların vuku bulmasından korktuk ve durumu Resulullah’a sorduk, Resulullah şöyle buyurdu: “Mehdi benim ümmetimdendir, çıkıp beş, yedi veya dokuz  (yıl) yaşayacaktır.” Zeyd-üş Şak diyor Resulullah’a beş, yedi ve dokuz nedir diye sorduk: Resulullah “Bunlar yıllardır” buyurdu. Sonra da şöyle buyurdu: “O’nun yanına bir kişi gelip “Ey Mehdi bana ver” diyecek, Mehdi elbisesinde taşıyabileceği kadar ona mal verecektir.” Tirmizi daha sonra şunları kaydediyor: “Bu hadis hasendir. Bu hadis, bir kaç senetle Ebu Said Hudri aracılığıyla Resulullah’dan rivayet edilmiştir. Bu hadisi Ahmed bin Hanbel Müsned’inde c. 2, s. 21’de kendi senediyle Ebu Said Hudri’den rivayet etmiştir. Yine bu hadisi et Tac-ul Cami Li-l Usul’un, c. 5, s. 364’te de rivayet edilmiştir. 4- Sahih-i Ebi Davud, c. 2, s. 207; “Ali aleyhi’s-selâm’dan: Şöyle dedi: “Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Eğer zamandan sadece bir gün kalsa bile, Allah, benim Ehl-i Beyt’imden bir kişiyi gönderecek, o yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.” Bu hadis Yenabi-ul Mevedde’nin 432. sayfasında ve Nur’ul Ebsar’ın 154. sayfasında rivayet edilmiştir. Onu Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. 5- Sahih-i Ebi Davud, c. 2, s. 207; Abdullah’tan: Şöyle demiştir: Nebiyyi Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Dünyanın ömrü, Araplara benim Ehl-i Beyt’imden ismi benim ismim olan bir kişi hakim olmadan sona ermez.” Bu hadisi Ahmed bin Hanbel de kendi Müsned’inde, c. 1, s. 377’de ve ayrı bir senetle de c. 1, s. 430’da rivayet etmiştir. 6- Sahih-i Ebi Davud c. 2, s. 207; “Ümmü Seleme’den: Şöyle dedi: “Resulullah’ın şunları buyurduğunu duydum: “Mehdi benim itretimden ve Fatıma’nın soyundandır.” Bu hadisi İbn-i Mace de kendi Süneninde Mehdi’nin hurucu bölümünde Said bin Musayyip aracılığıyla Ümmü Seleme’den rivayet etmiştir. Yine bu hadis et-Tac-ul Cami Li-l Usul, c. 5, s. 364’te, Mesabih’us Sünne kitabının kıyamet alametleri bölümünde, İs’af-ur Rağibin kitabında, s. 134’te, Yanabi-ul Mevedde kitabında s. 432’de ve Müntahabu Kenz-il Ummal kitabında c. 6, s. 30’da da rivayet edilmiştir. Ayrıca bu hadisi Müslim, Nesai, İbn-i Mace ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. 7- Sahih-i Ebi Davud c. 2, s. 208; Ebu Said Hudri’den: Şöyle dedi: Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Mehdi bendendir. Alnı geniş burnu çekiktir. O yeryüzünü zulüm ve tecavüzle dolduğu gibi eşitlik ve adaletle dolduracaktır.” Bu hadisi Hakim de el Müstedrek adlı kitabında, c. 4, s. 557’de rivayet etmiştir. Bu hadisi et-Tacul Cami Li-l Usul kitabında, c. 5, s. 364’te Ebu Davud ve Tirmizi’den tahric  etmiştir. Nur’ul Ebsar kitabında, s. 154’te ve Münteheb-u Kenz-ul Ümmal kitabının c. 6, s. 30’da da bu hadis rivayet edilmiştir. Ayrıca bu hadisi Taberani kendi Mu’cam’inde rivayet etmiştir. 8- Sahih-i Buhari’nin İsa’nın Nüzulü böl.; Ebu Hureyre’den: Şöyle dedi: Resulullah buyurdu ki: “Meryem’in oğlu size indiği ve İmamınız da sizden olduğu zaman.” Bu hadisi Müslim de kendi Sahihi’nin İsa’nın nüzulü bölümünde rivayet etmiştir. Ayrıca bu hadis Yenabi-ul Mevedde kitabında, s. 432’de Metalib-us Seul kitabının 12. Bölümünde ve Gayet-ul Meram kitabının ikinci bölümünde de rivayet edilmiştir. 9- Sahih-i İbn-i Mace, c. 2, Mehdi’nin hurucu böl; Hz. Ali aleyhi’s-selâm’dan: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Mehdi biz Ehl-i Beyt’endir Allah onun işini bir gecede düzeltecektir.” Aynı hadisi Münteheb-u Kenz’il Ummal’ın c. 6, s. 30’da. Hz. Ali aleyhi’s-selâm’dan rivayet etmiştir. Bu hadisi el-Cami-us Sağir kitabında, c. 3, s. 924’te rivayet etmiş ve şöyle demiştir. Bu hadisi Ahmed ve İbn-i Mace de Ali’den tahric  etmiş ve doğrulamıştır. Yine bu hadis Yenab-ul Mevedde kitabının 488 sayfasında ve Cevahir-ul İkdeyn kitabının 432. sayfasında rivayet edilmiştir. Bu hadis el-Burhan fi Alamat-i Mehd-i Ahir-iz zaman kitabının 2. Bölümünde de yer almaktadır. Ayrıca el Beyan kitabında bu hadisi Ebu Nuaym el Hafız’ın Menakib-ul Mehdi kitabında ve Taberani’nin Mucem’ul kabir kitabında da tahric ettiklerini yazdıktan sonra şöyle demiştir: Bu senetleri birbirinin yanına koyup hafızların onu kendi kitaplarında rivayet etmelerini nazara aldığımızda onun sahih bir hadis olduğuna dair insanda yakin oluşuyor. 10- Sahih-i İbn-i Mace c. 2, Mehdi’nin hurucu bölümü; Enes bin Malik’den: Şöyle demiştir: Ben Resulullah’ın sallâ’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurduğunu duydum: “Biz Abdulmuttalip oğulları cennet ehlinin büyükleriyiz; ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi.” Bu hadisi, Ebu Nuaym, Salebi, El Erbain kitabının yazarı, Hamvini, Hakim ve Deylemi de tahric  etmişlerdir. Bu hadisi İbn-i Hacer es Savaik-ul Muhrika’nın 309. sayfasında rivayet etmiştir. Yine El Beyan kitabında kendi senediyle Enes’den rivayet etmiştir. Zehair-ül Ukba kitabının birinci bölümünün Menakib-i Abdulmuttalib bölümünde de Enes’ten rivayet etmiştir. Ayrıca bu hadisi İbn-i Sirin’in de tahric  ettiğini belirtmiştir. Bu hadisi Gayet-ul Meram kitabında Tefsir-i Salebi’den rivayet etmiştir. 11- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 3, s. 28; Ebu Said’den: Şöyle demiştir: Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Yeryüzü zulüm ve tecavüzle dolacaktır. Sonra benim itretimden olan bir kişi çıkacak yedi veya dokuz yıl hakim olacak, işte o yeryüzünü adalet ve eşitlikle dolduracaktır.” Bu hadisi Müstedrek-us Sahiheyn de, c. 4, s. 558’de tahric  etmiştir. 12- El Müstedrek Ale-s Sahiheyn c. 4, s. 465; Ebi Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem buyurdu ki: “Ahir zamanda ümmetime kendi padişahlarından taraf kendinden daha büyük olanı işitilmeyen bir bela inecek, hatta yeryüzü bu genişliğine rağmen onlara dar gelecek ve yeryüzü zulüm ve tecavüzle dolacak, öyle ki mümin insan zulümden sığınacak bir barınak bulamayacak. Bu sırada Allah Teala benim itretimden olan bir kişiyi mebus kılacaktır. O yeryüzünü zulüm ve tecavüzle dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktır. Ondan gökte yaşayan da razı olacak yerde yaşayan da. Bu zamanda yer kendi tohumundan hiç bir şey gizlemeyip hepsini çıkaracaktır. Gök de yağmurundan hiç bir şey saklamayıp hepsini bol bol yere dökecektir. Mehdi onların arasında yedi, sekiz veya dokuz sene yaşayacaktır. O zamanda yaşayanlar, Allah’ın yer halkına ihsanda bulunduğu hayırlardan dolayı ölülerin dirilmelerini arzu edecekler.” Hakim bu hadisin senet açısından sahih bir hadis olduğunu ancak Buhari ve Müslim’in onu tahric  etmediklerini söylemiştir. Bu hadisi İbn-i Hacer es Savaik-ul Muhrika’da da rivayet etmiştir. Yine İs’af-ur Rağibin, s. 134’te ve Yenabi-ul Mevedde, s. 341’de de rivayet edilmiştir. Yine bu rivayeti Taberani kendi Mucem’inde ve Hafız Ebu Nuaym Menakib’ul Mehdi adlı kitabında rivayet etmişlerdir. 13- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 3, s. 37; Ebu Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Sizi Mehdi ile müjdeliyorum, o ümmetimin karışıp tam bir ihtilaf içerisinde olduğu bir zamanda mebus olacaktır. Yeryüzünü -tecavüz  ve zulümle dolduğu gibi- eşitlik ve adaletle dolduracaktır. Göğün ehli de ondan razı olacak yerin ehli de. Malı doğru olarak bölecektir.” Bir kişi “Doğru olarak ne demektir” diye sordu. Resulullah: “Halk arasında eşit olarak bölecektir.” buyurdu. Sonra Resulullah şöyle buyurdu: “O zamanda Allah Muhammed ümmetinin kalbini zenginlikler ile dolduracaktır ve adaleti onların hepsini kapsayacaktır, hatta nida eden bir kimse, mala ihtiyacı olan var mıdır? diye nida edecek, bir kişiden gayri kimse kalkmayacaktır. Bunun üzerine ona git hazinedara de ki, Mehdi sana mal vermesini söyledi. Hazinedar ona seç diyecek, adam onu kendi evine getirip açınca pişman olup ben Muhammed’in ümmetinin en ihtiraslısı mı oldum yoksa, onlara yeterli olan bana kifayet etmedi mi diyecek. Sonra şöyle buyurdu: “Bunun üzerine o malı geri getirecek, ancak ondan alınmayacak ve biz verdiğimiz bir şeyi geri almayız denilecektir.” Yedi, sekiz veya dokuz sene böylece devam edecektir, bundan sonrasında artık yaşantının bir hayrı yoktur.” Buna benzer bir rivayeti de Ahmed Müsned’inde c. 3, s. 52’de ayrı bir senetle rivayet etmiştir. Müntehab-ul Kenz’ul Ummal kitabının c. 6, s. 29’da Ahmed yoluyla Ebu Said Hudri’den şu rivayeti nakletmiştir: “Müjde olsun size Mehdi’den o Kuryeş’ten ve benim öz soyumdan olan bir kişidir.” Bu hadis Nur’ul Ebsar, s. 155 ve Yenabi’ul Meveddet, s. 469 da ve es Savaik’ul Muhrika’da da rivayet edilmiştir. 14- Tezkiret-ul Havas, 6. Böl.; Hz. Emir-ul Müminin Ali aleyhi’s-selâm’ın hutbe okurken şöyle buyurduğunu yazıyor: “....Bizler göklerin ve yerin nurlarıyız, bizler kurtuluş gemileriyiz, gizli ilimler bizde saklıdır. İşlerin dönüşü bizedir. Mehdi ile insanlara hüccet tamamlanacaktır. O İmamların sonuncusudur. O ümmetin kurtarıcısıdır. O nurun sonudur. O ağır sırdır. Ne mutlu bizim ipimize sarılıp bizim muhabbetimizle haşrolunan kimseye.” 15- Mecma-uz Zevaid, c. 7, s. 317; Ebu Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: Ümmetimden bir kişi çıkacak, o benim sünnetimi beyan edecek, Allah onun için gökten yağmur yağdıracak ve Allah onun için yerdeki bereketini yeşertecek. Onunla yeryüzünü zulüm ve tecavüzle dolduğu gibi eşitlik ve adaletle dolduracaktır. O bu ümmete yedi yıl hakim olacak ve Beyt-ul Makdis’e inecektir.” Mecma-uz Zevaid’in yazarı daha sonra şöyle yazıyor: Bu hadisi Tirmizi ve İbn-i Mace de özel olarak rivayet etmişlerdir. Ayrıca bunu Taberani de el-Evsat adlı kitabında rivayet etmiştir. 16- Et Tedvin, c. 2, s. 84; Ebu Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Ümmetime benim Ehl-i Beyt’imden bir kişi emir olacaktır. O Yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır. O yedi sene hakim olacaktır.” 17- El Havi Li-l Feteva, c. 2, s. 77; Ebu Said Hurdi’den: Şöyle demiştir: Nebiyyi Ekrem buyurdu ki: “Arıların kendi kraliçelerine sığındıkları gibi ümmetim de Mehdi’ye öylece sığınacaktır. O yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır. Öyle ki halk ilk dönemde oldukları gibi olacaklar, uykuda olan uyandırılmayacak ve bir kan dökülmeyecektir.” 18- Üsd-ül Gabe, c. 1, s. 239; Kays bin Cabir babasından o da ceddinden: Şöyle demiştir: Resulullah şöyle buyurdu: “Benden sonra halifeler, halifelerden sonra da emirler, emirlerden sonra da zalim padişahlar olacaktır. Sonra da benim Ehl-i Beyt’imden biri çıkıp yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.” Bu hadisi diğer Ehl-i Sünnet kitaplarında da rivayet etmişlerdir. Bunlardan el-Erbaine Hadis Fi Zikr-il Mehdi kitabında 37. Hadis olarak, Müntehab-u Kenz-il Ummal, c. 6, s. 30; el-Beyan fi Ahbarı Sahib-iz Zaman, s.98; el Havi Li-l Feteva, c. 2, s. 64; el-Cami-us Sağir, c. 2, s. 33; Feth-ul Kebir, c. 2, s. 164 ve diğer bir çok kitaplarda rivayet olunmuştur. 19- Es Savaik-ul Muhrika, s. 98; Ruyani, Taberani ve diğerleri şu rivayeti tahric  etmişlerdir ki; “Mehdi benim evlatlarımdandır. Onun yüzü parlak bir yıldız gibidir. Rengi Arap rengidir. Cismi ise Beni İsrail cismi gibidir. Yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır. Onun halifeliğinden göğün ehli de yerin ehli de ve hatta gökteki kuşlar da razı olacaktır. O yirmi sene hakim olacaktır. Bu hadisi bir çok Ehl-i Sünnet kitabında rivayet etmişlerdir. Bunlardan Tarih-ul İslam, c. 1, s. 156; el-Fusul-ul Mühimme, s. 275; el-Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 66; el-Camis Sağir, c. 2, s. 579; Zehair-ul Ukba, s. 16; Lisan-ul Mizan, c. 5, s, 23; el-Fetavel Hadise, s. 28, Cevahir-ul İkdeyn, s. 433 ve diğer bir çok kitapları zikredebiliriz. 20- Tezkiret-ul Havass, s. 204; Abdullah bin Ömer’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Ahiru-z zamanda benim evlatlarımdan bir kişi çıkacak, onun ismi benim ismim ve künyesi de benim künyem gibidir. O yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır. İşte Mehdi oldur.” Mezkur kitabın yazarı daha sonra şöyle devam ediyor: “Bu hadis meşhur bir hadistir. Bu hadisin benzerini Ebu Davud ve Zuhari Ali aleyhi’s-selâm’dan tahric  etmişlerdir. Onda; “Eğer dünyanın ömründen yalnızca bir gün kalmış olsa bile Allah benim Ehl-i Beyt’imden birini gönderecek ve o yeryüzünü adaletle dolduracaktır.” ibaresi de vardır. Bu hadisi de bir çok Ehl-i Sünnet kitapları rivayet etmiştir. Bunlardan Minhac-üs Sünne, c. 4, s. 211; el-Füsul-ul Mühimme, s. 274; İkdud Dürer ve diğer kitapları zikredebiliriz. 21- Mecma-uz Zevaid c. 7, s. 316; Ebu Hureyre’den: Şöyle demiştir: Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in yanında Mehdi’den bahsedildi. Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: “Eğer az olsa yedi, az olmazsa sekiz veya dokuz yıl hakim olacak ve o yeryüzünü zulüm ve tecavüzle dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktır.” Bunu Bezzaz da rivayet etmiştir ve bunun senedinde bulunan kişiler tümüyle güvenilir insanlardırlar. 22- El-Beyan Fi Ahbar-ı Sahib-uz Zaman, s. 96; Abdurrahman bin Avf, babasından: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Allah benim itretimden ön dişleri aralı ve alnı açık olan bir kişiyi meb’us kılacaktır; o yeryüzünü adaletle dolduracak ve malı bol bol dağıtacaktır.” Bu hadis diğer birçok Ehl-i Sünnet kitabında da nakledilmiştir. Bunlardan el-Havi li-l Fetava, c. 2, s. 63; es-Sevaik-ul Muhrika, s. 98, Meşarik-ul Envar, s. 15, el-Feteve-l Hadise, s. 29 ve Galiyet-ul Mevaiz, c. 1, s. 83’ü zikredebiliriz. 23- Sünen-ul Mustafa, s. 517; Abdullah’dan: Şöyle demiştir: “Biz Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in yanındaydık, bu sırada bir grup Beni Haşim gençleri geldi. Nebiyy-i Ekrem onları görünce alnı beyazlaştı, gözleri doluverdi ve rengi değişti. Ben “Yüzünüzde bizi üzen bir şeyi görüyoruz” dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki, Allah bizim için dünya yerine ahireti seçmiştir. Benim Ehl-i Beyt’im benden sonra bela, zulüm ve sürgünle karşılaşacaktır. Ta ki doğu tarafından siyah bayraklar taşıyan bir kavim gelecek, hayrı talep edecekler, ama onlara verilmeyecektir, bunun üzerine savaşacak ve galip gelecekler, bu durumda onlara istedikleri şey verilecektir, artık onlar bunu kabul etmeyecekler. Ta ki; onu benim Ehl-i Beyt’imden olan bir kişiye teslim edecekler; o yeryüzünü, diğerleri zulümle doldurdukları gibi eşitlikle dolduracaktır. Her kim sizden onu görürse karın üzerinde sürünerek bile olsa gidip ona katılsın.” Bu hadis de birçok Ehl-i Sünnet kitabında rivayet edilmiştir. Bunlardan, es-Savaik-ul Muhrika, s. 237; Nihayet-ul Bidaye, c. 1, s. 41; el-Beyan fi Ahbar-ı Ahir zaman, s. 314; el-Füsul-ül Mühimme, s. 276; Müntehab-u Kenz-il Ummal, c. 6, s. 30; Zehair-ul Ukba, s. 17; Mizan-ul İtadal, c. 2, s. 35; el-Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 60; Yenabı-ul Mevedde, c. 3, s. 89; Rumuz’ul Ehadis, s. 135 kitaplarına işaret edebiliriz. 24- Yenabi-ul Mevedde, s. 448; Huzeyfe bin Yemani’den: Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Zalim padişahlardan görecekleri zulümlerden yazıklar olsun bu ümmete! Müslümanlardan onlara itaat etmeyenler öldürülecek veya (vatanlarından) uzaklaştırılacaklar. Bu durumda takvalı mümin diliyle onlara hoş görünüp kalbiyle onlardan kaçacaktır. Allah Teala tekrar İslam’ın izzetini iade etmeyi irade ettiğinde bütün inatçı zalimleri yok edecektir. O her şeye kadirdir. Allah bu ümmeti fesada çekildikten sonra tekrar ıslah edecektir. Ey Hüzeyfe, eğer dünyadan yalnızca bir gün kalmış olsa bile Allah o günü benim Ehl-i Beyt’imden bir kişinin hükümdarlığa kavuşması için uzatacak ve İslam’ı muzaffer kılacaktır. O, vaadine hilaf etmez; O, vaadini gerçekleştirmeye kadirdir. El-Burhan fi Alamat-ı Mehdi-yi Ahir-iz Zaman kitabının ikinci bölümünde de bunun benzeri bir hadisi rivayet edilmiştir. 25- El-Beyan; Ali bin Ebu Talip’ten: Şöyle demiştir: “Resulullah’a “Mehdi biz Âl-i Muhammed’den midir yoksa başkalarından mıdır?” diye sordum. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Hayır bizdendir. Allah dini bizimle başlattığı gibi bizimle de sona erdirecektir. İnsanlar bizimle şirkten kurtuldukları gibi bizimle de fitneden kurtulacaklardır. Allah onların kalplerini şirk düşmanlığından sonra bizimle birbirine yaklaştırdığı gibi bizimle de fitne düşmanlığından sonra kalplerini birbirine yaklaştırarak onları kardeş kılacaktır. Onlar şirk düşmanlığından sonra bizimle kardeş oldukları gibi fitne düşmanlığından sonra da bizimle kardeş olacaklardır.” Sonra el-Beyan kitabının yazarı şöyle yazıyor: “Bu hadis hasendir, onu huffaz alimler kendi kitaplarında rivayet etmişlerdir. Onu Taberani Mucem-ul Evsat adlı kitabında, Ebu Nuaym Hulyet-ul Evliya adlı kitabında ve Abdurrahman bin Hatem Evali adlı kitabında rivayet etmişlerdir.” 26- el-Füsul-ül Mühimme, s. 275; İbn-i Abbas’tan: Şöyle demiştir: “Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Mehdi cennet ehlinin tavusudur.” Bu hadis Kenz-ül Hakaik kitabının Mim Harfi bölümünde, Nur-ul Ebsar’ın, sayfa 157 ve el-Beyan, 80. sayfasında da rivayet edilmiştir. 27- El-Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 62; Ebu Hureyre’den: Şöyle demiştir: “Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Kıyamet benim Ehl-i Beyt’imden bir kişi huruç etmedikçe kopmayacaktır. O, insanlar hakka dönünceye kadar onlarla savaşacaktır.” Ben, “Kaç sene hükümdar olacak?” diye sordum. Buyurdu: “Beş ve iki yıl.” Bu hadis Mecma-uz Zevaid c. 75, s. 315’te de rivayet etmiştir. 28- El-Beyan Fi Ahbar-ı Ahir-iz zaman, s. 310; Ebu Eyyub-i Ensari’den: Şöyle demiştir: Resulullah, Fatıma’ya buyurdu ki: “Nebi, nebilerin hayırlısıdır. O senin babandır. Şehidimiz, şehitlerin en hayırlısıdır. O babanın amcası Hamza’dır. Cennette iki kanadıyla istediği yere uçan bizdendir. O babanın amcası oğludur. Bu ümmetin iki torunu Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğullarındır ve Mehdi bizdendir.” Bu hadisi Taberani de Mucam-us Sağir adlı kitabında rivayet etmiştir. Bu hadis el-Fütuhat-ul Kebire kitabında da mürsel olarak rivayet edilmiştir. Bunun benzeri bir hadis de birçok Ehl-i Sünnet kitabında Ali bin Hilal’den rivayet edilmiştir. Bunlardan Ebu Nuaym’in Erbain’i, 5. Hadis; Zehair-ul Ukba, s. 135; el-Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 426; Miftah-un Necat, s. 18 gibi kitapları örnek olarak zikredebiliriz. 29- Zehair-ul Ukba, s. 136; Hüzeyfe bin Yemani’den: Şöyle demiştir: Nebiyyi Ekrem buyurdu ki: “Eğer dünyadan yalnız bir gün kalsa bile Allah o günü benim evlatlarımdan ismi benim ismim gibi olan bir kişiyi meb’us kılmak için uzatacaktır.” Bunun üzerine Selman: “O, hangi oğlundandır ya Resulullah?” dedi. Resulullah: “Bu oğlumdan” diyerek eliyle Hüseyin’e dokundu.” Bu hadis birçok Ehl-i Sünnet kitabında rivayet edilmiştir. Bunlardan, Tezkiret-ul Kurtubi, s. 615; Mizan-ul İtidal, c. 2, s. 18; el-Füsul-ül Mühimme’yi s. 277; örnek olarak verebiliriz. 30- el-Mucem-us Sağir, s. 150; Ebu Hureyre’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Bilin ki, benimle İsa bin Meryem arasında bir nebi yoktur. Sadece benden sonra ümmetimde halifem olan kimse gelecek ki, Deccal’ı öldürecek, haçı kıracak, cizye koyacak ve Allah’ın düşmanlarıyla savaşacaktır. Kim ona ulaşırsa, selamımı ona iletsin.” Bu hadis Sahih-i Tirmizi, c. 3, s. 232’de rivayet edilmiştir. 31- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 95; Cabir bin Abdullah’dan: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Kıyamete değin sürekli ümmetimden bir grup açıkça hak üzere savaşacaktır.” Yine buyurdu: “Bu arada İsa bin Meryem nazil olacak, onların emîrleri: “Gel bize namaz kıldır” diyecek, İsa: “Hayır, sizin bazılarınız diğerlerinizin emîrlerisiniz; bu, Allah’ın bu ümmete mahsus kıldığı bir keramettir.” diyecek.” Bu hadis el-Cem’u Beyn-es Sahiheyn, c. 2, s. 423; Mesabih-üs Sünne, c. 2, s. 142; es-Savaik-ul Muhrika, s. 98’de rivayet edilmiştir. 32- El-Havi Li-l Fetava, s. 82; Hüzeyfe bin Yemani’den: Şöyle demiştir: Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurdu ki: “Mehdi birden bakacak ki İsa bin Meryem saçtan su damlarcasına nazil olmuş. Bunun üzerine Mehdi ona, “Gel halka namaz kıldır” diyecek. İsa, “Senin için kamet getirilmiştir.” diyecek. Böylece benim evlatlarımdan bir kişinin arkasında namaz kılacaktır.” Bu hadis de birçok Ehl-i Sünnet kaynağında rivayet edilmiştir. Yenab ul Mevedde, s. 433; es-Savaik-ul Muhrika, s. 98; Süneni İbn-i Mace, c. 9, s. 519; el-Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 65, bu hadisi nakleden kitaplardandır. 33- Ebu Nuaym, Erbain, 38. Hadis; Ebu Said Hudri’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Bizdendir o kimse ki İsa bin Meryem onun arkasında namaz kılacak.” Bu hadis birçok Ehl-i Sünnet kitabında rivayet edilmiştir. El-Cami-us Sağir, c. 2, s. 472; Sünen-ül Hüda, s. 573;  Şeref-ün Nebi, s. 302; Yenabi-ul Mevedde, s. 187; Müsned’in Hamişinde basılan Kenz-ül Ummal, c. 6, s. 30, bunlardandır. 34- El Havi Li-l Fetava, c. 2, s. 67; Afv bin Malik’den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem buyurdu ki: “Kapkaranlık olan fitne gelmektedir. Sonra da fitneler birbirini takip edecektir, ta ki Ehl-i Beyt’imden Mehdi denilen bir kişi çıkıncaya kadar. Eğer ona kavuşsan ona uy ki hidayete ermişlerden olasın.” Bu hadis Meveddet-ul Kurba kitabının 98. sayfasında da rivayet etmiştir. 35- Sünen-i İbni Mace, c. 9, s. 519; Haris bin Cüz-il Zübeydi’den: Şöyle demiştir: Resulullah buyurdu ki: “Doğu tarafından bir grup insan çıkıp Mehdi için, -yani hükümdarlığı için- ortam hazırlayacaklardır.” Bu hadis de birçok Ehl-i Sünnet kitabında rivayet edilmiştir. El-Havi Li-l Fetava, ç. 2, s. 60; Zehair-ul Mevaris, c. 1, s. 292; Feth-ul Kebir, c. 3, s. 420; Mecma-uz Zevaid, c. 7, s. 318; el-Muntehab Min-es Sahiheyn el-Buhari ve Müslim, s. 183, bunlardandır. 36- Ebi Nuaym, Erbain, 7. Hadis; Abdullah bin Ömer’den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem buyurdu ki: “Mehdi mükerrer bir bedenden çıkacaktır.” Bu hadis el-Füsul-il Mühimme, s. 277; El-Beyan fi Ahbari Ahir-iz Zaman s. 91, de rivayet edilmiştir. 38- Tefsir-i Şeyh Kurtubi: “Ta ki onu (İslam dinini) bütün dinlere galip kılsın.” ayetini tefsir ederken şunları yazıyor: “Suddi demiştir ki: Bu Mehdi’nin çıktığı zaman olacaktır. O zaman hiç bir kimse kalmayacak, meğer ki İslam’ı kabul edecek ya da cizye verecektir.” Kurtubi sonra şöyle diyor: “Mehdi’nin İsa’dan ibaret olduğu da söylenmiştir. Ancak bu doğru değildir. Zira mütevatir olan sahih hadislerde Mehdi’nin Resulullah’ın soyundan olduğu bildirilmiştir. Bu durumda Mehdi’nin İsa olduğunu söylemek doğru değildir. “İsa’dan gayri Mehdi yoktur” şeklindeki rivayet ise doğru değildir.” Bu hadis Ehl-i Sünnet yoluyla Hz. İmam Mehdi hakkında ulaşan çok sayıda hadislerden sadece bazıları idi. İhtisara riayet etmek amacıyla senetlerini zikretmedik. Zaten bunca hadisin ulaştığı bir konuda hadislerin çokluğu konuya kesinlik kazandırdığından artık onların senet yönünden incelenmesine gerek kalmaz. Bunlara Şia yoluyla gelen hadis de eklendiğinde hadislerin sayısı yüzleri aşıyor. Bu durumda, bu kadar hadisleri ve asırlar boyunca bütün İslam âleminin konu üzerindeki ittifakını bir kenara itip de birtakım temelsiz şüpheler ortaya atarak Kur’an-ı Kerim’in, İslam dininin ve iman ehlinin mutlak zaferine dair kesin vaadini görmezlikten gelip büyük İslam alimlerinin bu konudaki sözlerin itibar etmenin ne kadar cahilane olacağını herkes teslim edecektir. Şimdi tekrar Avni İlhan’ın Mehdilik adlı kitabına dönelim. Avni İlhan’ın Mehdi hakkında gelen bu hadislerin senet yönünden bir itibar taşımadığı ve bu hususta mütevatir sayılabilecek bir hadisin de söz konusu olmadığını ileri sürerek gerçeği inkar etmiştir. Avni İlhan’ın sözünden, bu konuda sahih olan âhâd hadislerin bile olmadığı anlaşılıyor; oysa birçok büyük Ehl-i Sünnet alimlerinin Mehdi ile ilgili hadislerin tevatür haddini aştığına, hatta yalnızca sahih olanlarının bile mütevatir olduğunu Sadr-ı İslam’dan bu yana bütün asırlar boyunca bütün Müslümanların bu akide üzerinde birleşip hiçbir Müslüman’ın bunun asil İslami akidelerden biri olduğunda şüphe etmediğine dair açıklamalarını hep birlikte gördük. Örneğin: Kurtubi’nin “İsa’dan gayri Mehdi yoktur” şeklindeki hadisin uydurma olduğuna işaret ederken “Mehdi’nin Fatıma’nın neslinden olduğuna dair gelen sahih hadisler mütevatirdir. Dolayısıyla bu hadis doğru olamaz” şeklindeki açıklamasını hep birlikte gördük. İlginç olan, İmam Mehdi hakkında gelen hadislerin sayı bakımından diğer İslami inanç esasları hususunda gelen hadislerden az olmaması ve hatta onlardan daha fazla olmasıdır. Müslümanların hep birlikte inanıp kabul etmesi noktasında da diğer inançlarla bu inanç arasında hiçbir fark söz konusu değildir. Hatta bu inanç üzerinde olan ittifak birçok diğer inanç esaslarında mevcut değildir. Ayrıca mütevatir olan hadislerde artık hadislerin senedi teker teker incelenmez ve faraza onların bazısının senedinde bir zaaf varsa bu onlara bir zarar getirmez. Çünkü mütevatir hadislerde ölçü, ravilerinin çokluğudur. Yani eğer bir konuyu birçok kimse rivayet ederse, artık o konu kesin olarak ispatlanmış olur. Çünkü yalan söylemek, hata etmek ve unutmak gibi ihtimaller ancak âhâd hadisler hakkında söz konusu olabilir. Dolayısıyla da âhâd rivayetlerin senedinde isimleri geçen bütün şahısların bir kusuru olup olmadığı araştırılır. Ama bir konunun ravileri çoğalınca artık onlar hakkında bu araştırma yapılmaz. O halde Avni İlhan’ın bu rivayetlerden bazısını ele alıp güya onların senedinde olan zaafı göstermeye çalışması abestir. Kaldı ki İmam Mehdi ile ilgili hadislerin senedinde yer alan raviler Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim gibi Ehl-i Sünnet’in itimat ettiği kitaplarda bulunan diğer birçok hadislerin de senedinde yer almışlardır; şayet bu insanlardan dolayı İmam Mehdi hakkında gelen hadisler zayıf sayılırlarsa Ehl-i Sünnetin elinde artık muteber bir hadis kaynağı kalmayacak; inanç ve mezhep sistemleri kökten sarsılacaktır. Avni İlhan daha sonra İslam tarihinde birtakım siyasi emelleri güden kimselerin bu hadislerden istifade ettiğine değinerek bu gibi hadislerin onlar tarafından uydurulmuş rivayetler olabileceğini ortaya atıyor ve şöyle diyor: “Ayrıca zikredilen bu rivayetlerden bazılarının ilk siyasi hizipleşmelerle yakın ilgisi ve olayların tasviri gözden uzak tutulmamalıdır.” Avni İlhan bu ihtimali güçlendirip zihinlerde canlandırmak amacıyla kitabının 125. sayfasında şöyle yazıyor: “Öyle anlaşılıyor ki, hadisin birinci ravisi İbn Zubeyr ordusunda savaşan Abdullah b. Safvan ordu içindeki atmosfer ve o günlerde konuşulanlardan belli ölçüde tesir altında kalmıştır. Daha önce çok büyük felaket yaşayan Medineliler bu defa aynı tehlikenin belirdiği görülünce Şam’dan gelecek ordunun Medine yakınlarında batacağı hayali ile ümitsizlikten kurtulmaya çalışmışlardır. Haccac’ın ordusunun batmadığı görülünce rivayetini sağlamlaştırmak ve bu ordunun batacak ordu olmadığını belirtmek ihtiyacını hissetmiştir.” Avni İlhan kitabının 128. sayfasında da şunları yazıyor: “Rivayetlerde dikkati çeken husus adeta bu olayların tasvir edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla ister istemez aklıma şu geliyor: Harre olayından (Medine’de estirilen yukarıda bahsettiğimiz terör) sonra Medine’nin yağmalanması ve estirilen terör henüz bu bölgedeki insanların hafızalarında bütün canlılığı ile yaşarken Haccac bin Yusuf’un Şam tarafından gönderilmesi bu insanları yeniden dehşete ve korkuya düşürmüştür. Bu durumda bu ordunun yerin dibine batırılmasını hayal etmekten daha tabii ne olabilir? Nitekim İbn Mace’nin rivayetinde Abdullah bin Safvan’ın “Biz Haccac ordusu geldiği zaman bu güruhun o ordu olduğunu sandık” sözünde tasvir edilmeye çalışılan ruh halini açıkça anlamaktayız. Hatırlayalım ki Abdullah b. Safvan İbn Zübeyr ile birlikte Ka’be’de öldürülenlerdendir. Bütün dürüstlüğüne ve doğru sözlü olmasına rağmen cemiyetin daha önce korkunç bir benzerini yaşadığı terörün yenisinden kurtulma için bekleştiği sırada ortaya atılan her hayali bir gerçek olarak kabul göreceğini düşünürsek Abdullah b. Safvan’ın veya başkalarının Şam’dan gelen ordunun Beyda’da batmasını arzulamış olması son derece tabiidir.” Avni İlhan böylece bu rivayetlerin bir hayal ürünü ve uydurma olduklarını ispatlamaya çalışıyor. Oysa bu rivayetlerden ve o zamanda cereyan eden olaylardan şu gerçek anlaşılmaktadır ki, o zamanda İmam Mehdi ile ilgili hadisler bütün Müslümanların ve özellikle Medine ve Mekke Müslümanlarının arasında yaygındı. Dolaysıyla benzeri olaylar olunca hemen zihinlerinde o hadisler canlanıyordu. Elbette bu hadislerden siyasi yönden yararlanmak isteyenler de olmuştur. Ayrıca bu hadisler, Avni İlhan’ın “İslam’ın ilk asırlarında telif edilmiş muteber, Sünni akait ve kelam kitaplarında müspet veya menfi yönüyle Mehdilik hiç ele alınmamıştır.” Şeklindeki sözünün bu köklü inancın asaletinde bir şüphe uyandırmasına da müsaade etmiyor. Kaynak: (1)-Tehzib-ud Tehzib c. 9, s. 144, Haydarabad baskısı. (2)-Nur-ul Ebsar, s. 171. (3)-Buhari’de Hz. İsa’nın inişi döneminde ümmetin İmamı olarak Hz. Mehdi’den söz edilmiştir. ***** 8. Soru: İmamiye mezhebine bağlı olanlar (Caferi Şiiler), 11. İmam Hasan Askeri'ye, Mehdi isminde Allah’ın bir oğul verdiğini iddia ediyor. Halbuki, onun ailesinden ya da akrabalarından hiç kimsenin böyle bir çocuğun olduğundan haberi yoktur. Ayrıca hiç bir mezhep ve fırka, İmamiye’nin bu iddiasını kabul etmiyor. Acaba bu, İmam Hasan Askeri'nin oğlu olmadığına delil olarak yeterli değil midir? Cevap: Bu eleştiri çok zayıf ve temelsizdir. Sebebine gelince: Bu iş hiçte normalin dışında bir şey değildir. Akıl böyle bir olayın gerçekleşebileceğini kabullenmekte, deliller de tasdik etmektedir. Tarihte bunun bir çok örneğini görmek mümkündür. Padişahlar ve devlet adamları çeşitli sebeplerden dolayı çocuklarının doğumunu gizlemişlerdir. Mesela, birisi resmi nikahı olmayan hanımından çocuk sahibi olur. Resmi nikahlı hanımının bunu bilmesini istemez, çünkü o biliyor ki hanımı bunu öğrendiği zaman haset eder, kin besler, kocasına hayatı zehir edebilir. Bu yüzden aile düzeninin yıkılma tehlikesi geçinceye kadar çocuğun doğumunu bütün yakınlarından gizler. Bazen de ölünceye kadar kimseye söylemez, ölüm anı yaklaşınca çocuğun kime ait olduğu meçhul kalmasın ve hakları zayi olmasın diye açıklar. Bir bakıyorsunuz padişahın çocuğu oluyor, onun doğumunun bilinmesine izin vermiyor. Çocuk büyüyüp geliştikten sonra bunu açıklıyorlar. İran, Rum ve Hint padişahlarının bazıları böyle yapmışlardı. Tarihçiler şöyle yazıyor: Siyaveş’ın karısı ve Türk padişahı Efrasyab’ın kızı Vesfaferid “Keyhusrev”i dünyaya getirmişti. Vesfaferid, Keyhusrev’in doğumunu uzun bir müddet dedesi Kikavus’dan gizledi. Kikavus, Babil ve daha çok doğunun padişahı idi. Kikavusun epey bir zaman ondan haberi olmadı. Halbuki yıllarca onu bulmak için uğraşmıştı. Tarih kitapları da bu olayı genişçe yazmışlardır. Fars tarihçileri Keyhusrev’in doğumunu ve gizletilmesinin sebebini yazmışlardır. Muhammed b. Cerir Taberi de “Tarih” kitabında olayı nakletmiştir. Bu olay İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın olayı gibidir. Eleştirmenler tarihteki bu olayları kabul ederken neden İmam Mehdi aleyhi’s-selâm inkar etmektedirler? Bazıları da çocuğun doğumunu yakınlarından ve akrabalarından gizlerler, çünkü onlar miras yüzünden çocuğu öldürebilirler. Ama çocuk büyür, ona bir zarar gelmeyeceği anlaşılınca kimliği açıklanır. Bazen padişah ülkenin durumunu dikkate alarak çocuğu halktan gizler. Çünkü bazı ülkelerin halkı, padişahın kendi neslinden olmayan birisini, onun yerine kabul etmezler. Padişah da ordunun ve eli altında olanların kendisine itaat etmelerini sağlamak ve kontrolü kendi elinde tutmak için çocuğunu onlardan saklar. Ülkenin işleri yerine oturuncaya kadar onu gizler daha sonra çocuğun kendi yerine geçeceğini açıklar. Bu siyasi arenada çok meşhur bir şeydir. Bazen de padişah emrinin altındaki insanlara emniyet yönünden veya başka yönlerden nasıl tesir ettiğini anlamak için kendisini gizler. Veya öldüğünü halkın içinde yayar. Hatta bu gibi şeyler Müslümanların arasında da çok görülmüştür. Bir çok çocuğun soyu babasının ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. Bu süre içinde kimse onu tanımamıştır. İki Müslüman şahidin şahitliğiyle babasının kim olduğu  belirlenmiştir. Çünkü babası çocuğun ona ait olduğunun bilinmesini istememiştir. Tarih sayfaları karıştırıldığında, çeşitli sebeplerden dolayı padişahların ve normal insanların çocuğunu gizlediğini veya onun öldüğünü ilan ettiklerini görmekteyiz. Yine Müslüman tarihçiler ve Müslüman olmayan tarihçilerin hepsi Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm’ın doğumunun gizli olduğunu ve akrabalarından kimsenin haberi olmadığını yazmışlardır. Çünkü zamanın padişahının onu öldürme tehlikesi vardı. Aynı nedenle Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın doğumu da Firavun’dan saklanmıştı. Kur’an-ı Kerim açıkça Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın annesinin onu bir sandığa koyup, nehre attığını ve vahiy yoluyla çocuğunun salim kalacağının ona ilham edildiğini beyan etmektedir. Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın annesi, bu iş onu korumak için yapmıştı. Bütün bunları göz önüne alarak şimdi şu soruyu soruyoruz: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm oğlunun doğumunu akraba ve yakınlarından gizlemesi acaba mantıksal gerekçesi olmayan ve normal şartların dışında olan bir olay mıdır? Kesinlikle böyle değil çünkü İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın doğumunun gizli tutulmasının sebepleri öteki insanların doğumunun gizli tutulmasından daha önemli gerekçelere dayanır ve bu yüzden daha normaldi. İleride bu sebeplerin neler olduğuna değineceğiz. İmam Mehdi (a.s)’ın Dünyaya Geldiği Kesindir İmam Askeri aleyhi’s-selâm bir oğlu olduğunu kimseye haber vermemiştir. İddiasına gelince, gerçekte çok zayıf ve asılsız bir iddia olup, gerçeğe de aykırıdır. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın “Mehdi” adında bir oğlu olduğuna ait deliller, diğer insanların çocuklarının olduğunu ispatlayan yollardan daha emin ve güvenilirdir. Çünkü insan, çocuğunun doğumunu bir çok yoldan ispatlayabilir: 1) Doğumu yaptıran yada doğum sırasında bir başka kadının orada olması ve halka çocuğun kime ait olduğunu söylemesi. 2) Erkeğin, kadının doğurduğu çocuğun kendisine ait olduğunu söylemesi. 3) İki adil Müslüman’ın, bir çocuğun belli bir şahsa ait olduğunu söylemesine şahadet vermeleri. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın doğumu bu yolların her üçüyle de ispat olunmaktadır. İlim ve fazilet ehli, dindar ve takvalı bir çok kadın ve erkek, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan kendisinin bir oğlu oluğunu ve onun kendisinden sonra İmam olacağını buyurduğunu naklediyorlar. Onların bir kısmı İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ı kundaktayken, bir kısmı da üç-dört yaşındayken görmüşledir. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kendileri de babasından sonra Şiilerin sorularını cevaplamış onlara emirler vermiştir. Şiiler de üzerlerine farz olan humus, zekat vb. gibi şeyleri ona ulaştırmışlardır. Bu konuyu İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan nakleden, daima onun huzurunda olan ve İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan sonra İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın hizmetinde bulunan güvenilir insanlardan bazılarının isimleri “el-İrşad” ve “el-İzah fil İmamet vel Gaybet” adlı kitaplarda nakledilmiştir. ***** 9. Soru: İmam Hasan Askeri'nin kardeşi ve ona en yakın olan Cafer b. Ali b. Muhammed, kardeşinin böyle bir oğlu olduğunu şiddetle reddediyor. Hatta İmam Askeri'nin vefatıyla bütün mallarına sahip çıkmıştır. Cafer, zamanın halifesine, Şiilerden bazılarının böyle bir iddiada bulundukları haberini verdi. Halife de, İmam Hasan Askeri'nin hanımları ve cariyeleri hamile yada doğum yapıp yapmadıklarını araştırmaları için, bu işi iyi bilen bazı kadınları görevlendirip onun evine yolladı. Ama hamilelik yada doğumla ilgili hiç bir belirti ve iz bulamadılar. Bu, İmam Hasan Askeri'nin evladı olduğunun doğru olmadığını göstermez mi? Cevap: Bu eleştiri de önceki eleştiri gibi bir kaç yönden temelsiz ve boştur: 1) Bir insanın amelinin delil olarak kabul edilmesi, o amelin doğruluğuna ayrıca o şahsın fasık bir insan olmamasına bağlıdır. Müslümanların hepsi Cafer b. Ali’nin böyle bir makamının olmadığını ve onun güvenilir biri olarak tanınmadığını biliyorlar. Onun Masum İmam aleyhi’s-selâm’ın oğlu olması böyle bir makama (günah işlememe makamı) sahip olmasını gerektirmemektedir. Geçmişte bir çok insan vardı, ki peygamberin oğlu olmasına rağmen büyük günahlara duçar olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim, Hz. Yakub aleyhi’s-selâm’ın evlatlarının, babaları peygamber olmasına rağmen, Hz. Yusuf aleyhi’s-selâm’a zulmettiklerini açıkça buyurmaktadır. Hz. Yakub aleyhi’s-selâm Hz. Yusuf aleyhi’s-selâm’ı korumaları için evlatlarına sıkı tembihte bulunmuş, onlardan ahit almasına rağmen onlar şeytanın hilesine uyarak, onu kuyuya atmışlardı. Hz. Yakub aleyhi’s-selâm’ı uzun bir süre, Hz. Yusuf aleyhi’s-selâm’dan ayrı bırakmış, onu üzüntü ve kedere boğmuşlardı. Suçsuz olduklarını ispatlamak için de yalan yere yemin etmişlerdi. Hz. Yakub aleyhi’s-selâm’ın çocukları gibi peygamber evlatları böylesi yanlış bir düşünce ve amele kapılmışlarsa, makamı onlardan daha aşağı olan birisinin de aynı şeyi yapması acaba ihtimal dışı mıdır? 2) Cafer’in kardeşinin oğlunun varlığını bilmesine rağmen onu inkar etmesi çok doğal olup, beklentinin dışında bir şey değildir. Çünkü Cafer’i, kardeşinin oğlunu inkar etmeye sürükleyen tabii sebepler çoktu. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz: A) İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın çok malı vardı. Cafer, eğer bu malı ele geçirebilseydi bir çok nefsani isteklerine ve maddi arzularına kavuşacaktı. B) İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın Şiiler içinde öyle büyük ve değerli bir makamı vardı ki, Şiiler her türlü şahsi ve toplumsal işlerinde ondan emir alır, ona itaat ederlerdi. Onun rızasını Allah’ın rızası ve gazabını Allah’ın gazabı olarak kabul ederlerdi. Cafer ise kardeşi İmam Hasan Asker aleyhi’s-selâm’dan sonra bu makama erişmek istiyordu. C) İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Şiilerin maddi ve manevi işlerinin mercii ve sorumlusu idi. Şiilerin hepsi zekat ve humuslarını ilahi bir vazife olarak ona veya onun vekillerine teslim ederlerdi. O da gerekli yerlere ulaştırırdı. Cafer, Şiilerin İmam Askeri aleyhi’s-selâm’dan sonra bu paraları onun yerinde oturan İmam’a vereceklerini biliyordu. Bu kadar tahrik edici sebepleri gören Cafer, “Mehdi” aleyhi’s-selâm’ı inkar ediyorsa, onun sözünü ve şahitliğini kabul etmek ne kadar doğru olur acaba? Cafer’in inkarını delil olarak kabul edenler gerçekte Hz. Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in peygamberliğini inkar eden Ebu Leheb’in inkarını delil olarak kabul eden bir kısım Yahudi ve Hıristiyan gibidirler. Hz. peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in amcası Ebu Leheb, onun sallâ’llâhu aleyhi ve alih peygamber olduğunu ispat eden mucizeleri görmesine rağmen yine de Hz. Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in peygamberliğini inkar ediyordu. Elbette Cafer ve Cafer gibilerin gerçeği keşfetmesi çok da kolay bir şey değildi. Çünkü emin olmadıkları için gerçek bu gibi insanlardan gizli tutuluyordu. Kısaca şunu demek istiyorum, Hz. Mehdi’ye inanmayanlar Cafer b. Ali’nin inkarını delil olarak getiremezler. Nitekim Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’a inanmamak için Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in inkarı bir delil sayılamaz. Çünkü onlar ne tarafsız bir alim ve nede İslam fakihidirler. Aksine onlar avam ve cahillerdendirler. 3) Şii tarih yazarları ve şii olmayan tarihçiler Cafer b. Ali’nin yaşam ve ahlakını onun kardeşinin oğlu “Mehdi” aleyhi’s-selâm’ı inkar etme sebeplerini ve neden halifeyi İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a ve Şiilerine karşı tahrik ettirdiğini nakletmişlerdir. Eğer ben de onları burada nakledersem durum açığa çıkacak ve Cafer’in kötü niyetini herkes anlayacaktır. Ama bir kaç sebepten dolayı bunları aktaramıyorum. Bu sebeplerden biri şudur: Bugün Caferin soyundan gelen bir çok insan var ki onlar İmam Mehdi aleyhi’s-selâm ve onun yüce makamını kabul edip, iman etmişlerdir. Hatta yaptığım araştırmalar sonucunda söyleyebilirim ki onların hepsinin inancının “İmamiye”nin inancı gibi olduğunu gördüm. Onlar İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın yaşadığını ve zuhurunu beklediklerini söylüyorlar. İslami inanç ve insanın ahlaki yapısı, onların geçmişini burada açıp, daha fazla rencide etmememi gerektirmektedir. Sonra burada verdiğim cevaplar, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlunun olduğunu inkar eden “Mutezile”, “Haşeviye”, “Zeydiye”, “Hariciler” ve “Murcie” gibi dar düşünceli fırkalar için yeterlidir. Cafer’in yaşamına ve ahlakına ayrıca değinmeye gerek yoktur. ***** 10. Soru: Şii tarihçilerin tamamı, İmam Hasan Askeri'nin, bütün vakıf ve mal varlığıyla ilgili olarak, annesi “Hadis”i varis kıldığını söylemekte ve vasiyetinde dünyaya gelmiş ya da gelecek olan oğlundan söz etmediğini yazmaktadırlar. Bu da İmamiye’nin iddiasının doğru olmadığını gösteren delillerden bir diğeri sayılmaz mı? Cevap: Eleştirmen şöyle diyor: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ölüm döşeğinde iken annesi “Hadis” (Ümm-ül Hasan)’e vakıflarını ve mallarını tasarruf etme hakkını vermiştir. Bu İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlu olmadığının delilidir. Bu eleştiri de zayıf ve temelsizdir. Buna dayanarak İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlunun olmadığı ispat edilmez. Çünkü İmam Askeri aleyhi’s-selâm annesine vasiyette bulunmuşsa bunun sebebi oğlunun doğumunu gizlemek, onun kanının dökülmesini, önlemek içindi. Eğer vasiyetinde ondan bahseder veya onun kendisine direk olarak vasiyet etseydi, o zaman asıl ve yüce hedef olan Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gerekli ve münasip bir zamana kadar korunması hedefi tehlikeye düşerdi. Hatta İmam aleyhi’s-selâm vasiyetinde halifeye yakın olan “Mevla Vasık”, “Mevla Muhammed b. Me’mun” ve “Feth b. Abdurabbih” gibi saray adamlarının adını da getirdi ki, vasiyet Abbasiler tarafından muteber sayılsın ve oğlunun varlığı hususunda şüphe uyanmasın. Bu şekilde onların Mehdi aleyhi’s-selâm’ı aramalarına engel olmak ve Şiileri onun varlığına ve İmametine inanma ithamından uzak tutmak istiyordu.(1) Yukarıda söylenenlerden şu anlaşılmaktadır: Herhangi birisi, İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın annesine yaptığı vasiyete dayanarak İmamiye’nin inancını batıl etmeye çalışır ve İmam aleyhi’s-selâm’ın gizli yaşayan oğlunu inkar ederse, bu durum onun düşünme ve anlama gücünden mahrum olduğunu gösterir. Bu şahsın önemli işlerde tedbir alan akıllı insanların metodundan haberi yoktur. İnsanlar, işlerinde her zaman böyle bir yönteme başvurabilirler. Mansur, 6. İmam (a.s)’ın Vasisi Oluyor Şii tarihçiler şöyle yazarlar: Şiilerin 6. İmamı İmam Cafer b. Muhammed vefatı esnasında 4 kişiyi kendi vasisi olarak tanıttı. Birincisi zamanın halifesi Mansur, ikincisi halifenin veziri Rabi, üçüncüsü hanımı Hamide Berberi, dördüncüsü ise oğlu İmam Musa Kazım aleyhi’s-selâm. Bunlara bütün mal ve vakıflarında tasarruf etme hakkı verdi. Öbür çocuklarının vasilik iddiasında bulunacağını bildiği için vasiyetinde onlardan söz etmedi. İmam Cafer-i Sadık aleyhi’s-selâm’ın vasiyetinin bu şekilde olması, gerçek vasi ve halifesi olan İmam Musa Kazım aleyhi’s-selâm’ı korumak, Mansur’un hassasiyetinden uzak tutmak içindi. Bu olay, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ı, rejimin verebileceği zarardan korumak için gizli tutması gereğinin başka bir delilidir. Kaynak: (1)- Ahmed b. İbrahim diyor ki 262 Hicri yılında İmam Cevad (a.s)’ın kızı ve İmam Ali Naki (a.s)’ın kızkardeşi Hakime’den şöyle sordum: “Hasan’ın oğlu nerdedir?” O da “Saklanmıştır” diye cevap verdi. Ben “Şiiler dini işlerinde kime başvursunlar” diye sorduğum da ise şöyle dedi: “Hasan b. Ali (İmam Askeri) (a.s)’ın annesine”. Dedim ki “Bir kadına vasiyet edene nasıl inanayım?” O da şöyle cevap verdi: “Hasan bu işte ceddi Hüseyin b. Ali gibi yapmıştır. Hüseyin’de Zeyneb’e vasiyet etmişti. Ama emirleri İmam Zeyn-ul Abidin (a.s) veriyordu. Bu, İmam Zeyn-ul Abidin (a.s)’ın canını korumak için bir siyaset idi.” (Sefinet-ul Bihar, c. 1, Hasan Maddesi, Bihar-ul Envar, c. 22, s. 99). ***** 11. Soru: İnsanı her şeyden çok şüphe ve tereddüde düşüren şey İmam Mehdi'nin doğum ve hayatının neden gizli olduğudur. Halbuki, onun babalarının bulunduğu zaman ve şartlar daha zordu. Buna rağmen onların doğumları gizli tutulmamış, kimlikleriyse belirtilerek ortaya konulmuştur. Cevap: Eleştirmen şöyle diyor: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm endişesinden dolayı oğlunu gizlemiş, kimseye onun doğum ve yaşamından söz etmemiştir, öyleyse bunu kendisinden önceki İmamların da yapması gerekirdi. Çünkü önceki İmamlar kendi zamanlarındaki halifeler tarafından daha çok baskı altında olup, tehdit ediliyorlardı. Halifelerin İmamlara ve Şiilere karşı davranışları daha şiddetli idi. Ama İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ve oğlunun zamanında Şiiler daha çok ve daha zengindiler; dolayısıyla endişelenmesine gerek yoktu. Bu eleştiri de diğerlerinden farklı bir eleştiri değildir. İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlunun doğumunu ve yaşadığını gizlemesi ve Şiilere bile onun adını söylememesi, hatta işaret edilmesine dahi izin vermemesinin sebebi şudur: Halifeler önceki İmamlar saltanat işlerine karışmadıklarını ve onların aleyhine silahlı kıyamlara izin vermediklerini biliyorlardı. İmamlar Şiilere takiyye etmelerini tavsiye ederlerdi. İmamla kendi yakınlarından bazıları silahlı mücadele etmek istediklerinde bunu şiddetle kınıyor ve bir kaç şart gerçekleşmeden kapsamlı silahlı mücadelenin yapılmayacağını söylüyorlardı. Bu şartlar şunlardı: 1) Öğle vakti güneşin durması 2) Gökten özel bir şahısın adının işitilmesi 3) Beyda’da bir ordunun toprağa gömülmesi Bu olaylar gerçekleştiği zaman son hak rehber, zalim ve batıl devletleri yok etmek için kapsamlı silahlı mücadelesini başlatacaktır. Bu yüzden o zamanın halifeleri İmamların varlığına ve onları tebliğ edenlere çok ehemmiyet vermiyorlardı. Ayrıca silahlı kıyamlara yeltenen veya silahlı kıyamlara olumlu cevap veren Şii ise çok azdı. Ama İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın vefatından sonra artık İmamların sessizlik dönemi bitiyor ve silahlı kıyamı başlatacak, bu işi kesinlikle yapacak, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dönemi başlıyordu. Bu durum, onun yakalanıp şehit edilme sebebini şiddetlendiriyordu. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dönemindeki halifeler, eğer onu öldürürlerse kendilerini rahat ve güvende hissederlerdi.(1) Kaynak: (1)- Abbasi halifelerinin bu dönemde Şiilere ve İmam Askeri (a.s)’ın yakınlarına yaptıkları şiddetli baskılar hakkında şaşırtıcı olaylar vardır. Örneğin, Allame Kuleyni “Kafi”de şöyle diyor: “Halifenin veziri Abdullah b. Süleyman, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın vekillerinin hepsini yakalama kararı aldı. Halife şöyle dedi: “Bu iş için tanınmayan memurlarımızı, şüphelendiğimiz şahısların yanına gönderelim. Memurlarımız onlara, humus, zekat vereceğiz, desinler. Eğer bu humus ve zekatları kabul ederlerse hemen onları yakalasınlar.” Öte yandan İmam (a.s) bütün vekillerine ikinci bir emre kadar hiç kimseden humus ve zekat almamalarını emretti. Vekiller de amel ettiler.” Yine “Kafi” de şöyle naklediliyor: “İmam Mehdi (a.s) bütün şiilere bundan böyle Kerbela’ya ve Kureyş kabristanına (Şiilerin çoğunun gömüldüğü kabristan) gitmemelerini emretti. Bunun hemen ardından, halife Kerbela ve Kureyş kabristanına gidenleri hemen tutuklama emri verdi. (Usul-u Kafi, Mehdi (a.s)’ın hali) İmam Mehdi (a.s)’ın özel naiplerinden biri olan Osman b. Said, Abdullah b. Cafer Himyeri’ye şöyle diyordu: “Onun ailesi zorluklar içindedir. Kimse onlara yardım etme cüretinde bulunamıyor, onların dostu olduklarını söyleyemiyorlar. “Bihar-ul Envar (Eski Baskı), c.22, s.94”. ***** 12. Soru: Esasen İmamiye'nin iddiası gerçeklerle uyuşmamaktadır. Çünkü bu kadar uzun süre yaşayan bir insanın yaşadığı yerden ve yaşam tarzından hiç kimsenin haberdar olamaması imkansız gibidir. Cevap: Bu eleştiri de bir kaç yönden reddedilmiştir: 1)- Şiilerden güvenilir bir grup İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın  sırdaşı olup, onunla Şiilerin arasında vasıta idiler. Onlar, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’la görüşüp, Ondan çeşitli hüküm ve meseleler nakletmişlerdir. Şiilerden aldıkları malları İmam aleyhi’s-selâm’a teslim ediyorlardı. Osman b. Said Amri, onun oğlu Muhammed b. Osman bu güvenilir vasıtalardandır. Yine “Beni Said” ve “Beni Mehziyar” Ahvazda, “Ben-il Rukuli” Kufede, “Ben-i Nevbaht” Bağdat’ta ve bazıları da Kum, Kazvin vs. bölgelerdeki vasıtalardandırlar. Onların hepsi İmamiye ve Zeydiye’nin içinde meşhur olup, Ehl-i Sünnetin çoğunluğu tarafından da tanınmaktadırlar. Onlar akıllı, emin, düşünen, bilgin, Şii ve Şii olmayanların itimat ettiği insanlardı. Hatta halifeler bile onlara saygı gösterirlerdi. Çünkü onlar toplum nezdinde fazilet ve adaletle tanınmış kimselerdi. Öyle ki halife, düşmanların onlara ettiği ithamları asla önemsemezdi. 2)- Daha Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya gelmeden yıllar önce Hz. Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih ve İmamlar, Onun kıyam etmeden önce biri küçük biri de büyük olmak üzere iki gaybetinin olacağını haber vermişlerdi. Büyük gaybeti çok uzun olacaktır. Küçük Gaybette ise yalnız  özel dostları onun haberlerini başkalarına bildireceklerdir. Büyük Gaybette ise mümin ve takvalı insanların dışında kimse onun yerini bilmeyecek, ondan kimse haber alamayacaktır. Bu konudaki hadisler, babası İmam Askeri ve ceddi daha dünyaya gelmeden Şiilerin hadis kitaplarında nakledilmiştir. İki gaybetin gerçekleşmesi, bu hadislerin ve İmamiye’nin inancının doğru olduğunu ortaya koymuştur. 3)- Dini bir gereklilikten dolayı gözlere görünmeyen bir insanın, hangi delile dayanarak mutlaka yakınları veya güvendiği dostları tarafından yerinin bilinmesinin gerektiği iddia olunuyor? Bir çok insan vardır ki gizlendikleri zaman kimsenin onlardan haberi olmadı. Bu gibi insanların bazılarını örnek olarak aşağıda sunuyoruz: A) Müslüman ve Müslüman olmayan tarihçilerin hepsi ve semavi dinlerin takipçileri Hz. Musa aleyhi’s-selâm’dan çok daha önce gelen Hızır aleyhi’s-selâm adında bir peygamberin gözlerden saklandığını ve bu güne kadar da yaşadığını naklediyorlar. Kimse onun yerini keşfedememiş, onunla irtibatı olanlardan da onun hakkında haber alamamıştır. Kur’an-ı Kerim sadece onunla, Hz. Musa aleyhi’s-selâm arasında geçen bir olayı kısaca aktarmıştır. Bazı tarihçiler de, onun takvalı insanlardan bazılarına tanınmayacak şekilde gözüktüğünü söylüyorlar. Halkın da bir kısmı şöyle diyor: Bazı takvalı insanlar onu görmüşlerdir, ama tanıyamamışlardır. Ondan ayrıldıktan sonra, o şahsın Hz. Hızır aleyhi’s-selâm olduğunu anlamışlardır. B) Kur’an, Hz. Musa aleyhi’s-selâm’ın Firavun rejiminden dolayı vatanından kaçıp gizlendiğini, uzun bir süre kimsenin ondan ve yerinden haberi olmadığını ve sadece peygamberliğe seçildikten sonra kavmini davet için Mısır’a geri döndüğü açıklamaktadır. C) Kur’an-ı Kerim, “Yusuf” suresinde Hz. Yusuf aleyhi’s-selâm’ın hikayesini ve onun kayboluşunu beyan etmektedir. Bu olay, babası Hz. Yakub aleyhi’s-selâm’ın peygamber olduğu ve kendisine vahiy nazil olduğu zaman gerçekleşmiştir. Kur’an, Hz. Yusuf aleyhi’s-selâm’ın kayboluşunu, baba ve kardeşlerinin hiç bir şekilde ondan haberleri olmadığını, kaybolduğu dönemde Mısıra padişah olduğunu açıklamaktadır. Kardeşleri defalarca onu görmüş, ondan eşya almış ve onunla sohbet etmelerine rağmen, kaybolan kardeşleri olduğunu anlayamamışlardır. Hz. Yakub, oğlu Hz. Yusuf için yıllarca ağlamış ve bu ayrılık Hz. Yakup’un belini bükmüş, gözlerini kör etmişti. Ama sonunda Allah’ın iradesiyle birbirlerine kavuşmuşlardır. D) Hz. Yunus aleyhi’s-selâm’ın hikayesi de şaşırtıcı hikayelerden biridir. Hz. Yunus aleyhi’s-selâm bir müddet kavmine tebliğ etti. Kavmi onu dinlemedi ve onunla alay etti. O da onları terk etti. Onların arasından ayrıldığı süre içinde, Allah’tan başka kimse onun yerini bilemedi. Çünkü Allah onu bir balığın karnında saklamıştı. Hz. Yunus burada uzun bir süre kaldı. Daha sonra Onu balığın karnından çıkarıp, sahilde bir ağacın altına attı. Hz. Yunus aleyhi’s-selâm ağacı ve o yeri tanımıyordu. Görüldüğü gibi bu tür gaybetler normalin dışında olan bir şey olmasıyla birlikte Kur’an-ı Kerim tarafından teyit edilmiş ve bütün semavi dinlerin takipçileri de bunu tarih kitaplarında nakletmişlerdir. E) Bundan daha şaşırtıcı şey Ashabı Kehf’in hikayesidir. Kur’an bu hikayeyi şöyle anlatıyor: Onlar, köpekleriyle beraber mağaraya gittiler. Köpekleri mağaranın girişinde başını ön ayaklarının üstüne koyup yattı. Onlar 309 yıl mağarada kaldılar. Normal olarak uyuyan bir insan gibi, o tarafa bu tarafa dönüyorlardı. Bu süre içinde güneşin onlara yansıması ve rüzgarın üzerlerine esmesi hiç zarar vermemiş ve salim kalmışlardı. Bedenlerinde hiç bir zayıflık ve kokuşma olmamıştı. Sonra Allah Teala onları uyandırdı. İçlerinden birini üzerlerinde eskiden kalmış olan parayla yiyecek alması için şehre gönderdiler. Kur’an’ın buyurduğu gibi, bu süre içinde kimsenin onlardan haberi yoktu. Böyle bir olay normal olarak imkansız bir şeydir. Ama eğer Kur’an’da açıkça gelmeseydi bu olayı maddecilerin inkar ettiği gibi, bizim muhaliflerimiz de mutlaka inkar ederlerdi. F) Şaşırtıcı kıssalardan bir başkası Üzeyir (veya başka bir rivayete göre Urumiya)in hikayesidir.(1) Onun hikayesi Kur’an’da ve diğer semavi kitaplarda geçmiştir. Yahudiler ve Hıristiyanlar onun peygamber olduğuna inanıyorlar. Olayın özeti şöyledir: O bir şehirden geçiyordu. O şehrin yıkılıp, viraneye döndüğünü gördü. Kendi kendisine şöyle dedi: Allah, yıllar öncesinden ölen ve hiçbir eseri kalmayan insanları nasıl diriltmektedir? Allah onları nasıl dirilteceğini ispatlamak için onu 100 yıl ölü bırakmıştı. Sonra diriltti. Yanında getirdiği yiyecekleri bozulmamış ve hiç bir değişiklik olmamıştı. Allah şöyle buyurdu: Yiyeceğine bak hiç bozulmamış. Ölü insanların bedenlerine de bak, onun zerrelerini topraktan çıkarıyor, bir birlerine ekliyor ve onlara et giydirerek ilk haline getiriyoruz. Üzeyir, ölülerin dirilme olayını görünce şöyle dedi: “Allah’ın gücünün her şeye yettiğini anladım.” Daha öncede belirtildiği gibi bu kıssa Kur’an'da anlatılmıştır. Kitap ehli de buna inanıp, onu nakletmişlerdir. Bu kıssa da alışılan normal şartlarla değerlendirilemez. Bu yüzden maddeciler onu şiddetle inkar etmişlerdir. Bu kıssalara nazaran İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybeti tabii şartlara daha uygundur. Bu gibi kıssalara dinler tarihiyle ilgili kitaplarda çokça rastlanmaktadır. Yine tarih yazarları naklediyorlar ki: Fars padişahları ülkelerinin durumunu göz önüne alarak uzun bir süre halklarından gizleniyor ve bu gaybet süresi içinde kimse onların yerini ve durumunu bilmiyordu. Uzun bir süre sonra ülkelerine dönüyorlardı. Bu olayların benzeri Hint ve Rum padişahlar tarafından da uygulanıyordu. Bunlar tarih kitaplarında nakledilmiştir. Bunların hepsi normalin dışında olan şeylerdir. Biz bu kıssaları burada aktarmayacağız. Çünkü cahil eleştiriciler, bunları sırf normalin dışında olduğu için inkar edebilirler. Bu yüzden sadece Kur’an’daki kıssaları naklettik. Bu kıssalarda kimsenin şüphesi yoktur. Çünkü Müslümanların hepsi onu Allah’tan bilmiş ve doğruluğunda da ittifak etmişlerdir. Özellikle İmamiye’nin iddiasına göre zuhur edeceği zaman tamamen genç, aklı kamil ve güçlü olacaktır. Bu normalin dışında olan bir şeydir. Kaynak: (1)- Kur’an bu olaydan, “yıkılan şehre uğrayan kimse” diye bahsediyor. Onun adının ne olduğuna dair ihtilaflar var. Bazıları onun “Üzeyir” bazılarda “Urumiya” olduğunu söylüyorlar. Her iki isim de hadislerde geçmiştir. Daha geniş bilgi için Bihar-ul Envar, c. 5; Taberi, c. 1, Bakara/259 ayetin tefsirine başvurunuz. ***** 13. Soru: İmamiye’nin iddiası bir başka yönden de gerçeklerin tersinedir. O da şudur: Diyorlar ki, İmam Mehdi, babasının vefatın (Hicri 260)’dan bir kaç yıl önce dünyaya geldi ve şu ana kadar yaşamaktadır. Buda normal olarak imkansız bir şeydir. Bir insanın bu kadar uzun bir süre yaşaması mümkün müdür? Cevap: Bu eleştiri de öncekiler gibi zayıf bir eleştiridir. Çünkü gerçi bu asırdaki insanlar ömürleri genel de 70 ila 80 yaşları arasındadır. Ama hiç bir şekilde geçmişte yaşayanların da böyle olduğu ispatlanamaz. Şimdi gerçeğin daha iyi anlaşılabilmesi için, uzun ömürlü olanlardan bir kaç örnek sayacağız: 1)- Alimlerin hepsi Hz. Adem aleyhi’s-selâm’ın ömrünün yaklaşık olarak 1000 yıl olduğunu söylüyorlar. Hatta yaratıldığı günden öldüğü güne kadar onda asla bir değişiklik olmadığı nakledilmiştir. Çocukluk, gençlik, yaşlılık, kudret ve ilmin azalıp çoğalması gibi, normal insanlarda görülen bu durum onda olmamıştı. Ölünceye kadar aynı şekilde idi. Çok daha ilginç ve acayip olan bir başka nokta, onun diğer insanlar gibi bir anne ve babadan yaratılmış olmamasıdır. Allah onu topraktan yaratmıştı. 2)- Kur’an-ı Kerim'de, Hz. Nuh aleyhi’s-selâm’ın 950 yıl, kavmini Allah’ın yoluna davet ettiği açıklanmaktadır. Davete başlamadan öncede uzun yıllar yaşamıştı. Ama ne zayıflamış, ne yaşlanmış, ne gücünü kaybetmiş ve ne de aciz olmuştur. Müslüman bilginler Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm öncesinde insanların yaşlanmadığını söylemişlerdir. Ancak maddeciler bunları kabul etmezler. 3)- Tarih, muhtelif milletlerin içinde, bir çok uzun ömürlü insanın hayat öyküsüyle doludur. O insanlardan bir kısmının adını “el-İzah-u fil-İmame” kitabında kaydettim. Bir kısmını da burada zikredeceğiz. İsteyen daha geniş tarih ve biyografi kitaplarına müracaat edebilir. Onlardan biri “Lokman b. Aad” dır. Tarihçilerin nakline göre 3500 yıl yaşamıştır. Bazıları onun ömrünün 7 akbabanın ömrü kadar olduğunu söylüyorlar. Şöyle ki, o akbabalardan birini yakalıyor, dağlık bölgede, büyütüyordu. O öldüğü zaman bir başkasını yakalıyor eğitiyor ve ölünceye kadar koruyordu. Bu şekilde 7 tane akbabayı sırasıyla ömürlerinin sonuna kadar bulundurmuştur. Son akbabasının adı da “Lebed” idi ve o içlerinde en uzun süre yaşayanıydı. Meşhur şair A’şa, Lokman’ın hakkında şöyle bir şiir yazmıştı: Yedi tane akbabayı kendin için eğittin, Birinin ömrü bittiğinde diğerini getirdin. Uzun ömürlülerden bir başkası Rabi b. Za’b b. Vahab b. Buğeyz b. Malik b. Said b. Adiy b. Fezare’dir. O, 340 yıl yaşamıştır. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’i de görmüştür. Bu şiir de ona aittir. Beni çok koruyun kış geldiğinde Soğuk güç bırakmaz yaşlı insanda Ama bahar gelip, gök sakinleştiğinde Ona yeterlidir incecik bir cübbe de Birisi 200 yıl yaşadığında Onun bütün sevinçleri kaybolur. Uzun ömürlü olanlardan bir diğeri Mustevğer b. Rabia Kaab'dır. 333 yıl yaşamıştır. Bu şiiri ömrünün uzun olması hakkında yazmıştır. Şüphesiz ki çok yaşamaktan bıktım. Üç yüz yıl boyunca ömür sürdüm. Yüz yıl da ardından geldi. Buna ilave olarak bir sürede Ayları günleri saydım. Eksem b. Seyfi Esedi’de uzun ömürlülerdendir. O, 380 yıl yaşamıştır. Bu adam Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih döneminde ulaşmış ona iman etmiş, ancak Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’le görüşememiştir. Eksem'den bir çok tarihi hikayeler, özlü sözler ve hutbeler nakledilmiştir. Bu şiirde  onundur: Birisi doksan ya da yüz yıl yaşasa, Cahildir o insan eğer yaşamdan bıkmamışsa Ömrüm iki yüzü aştıysa da Ama bana bir kaç gece gibi geldi. Sefi b. Riyah b. Eksem 276 yıl yaşayan bir başka uzun ömürlü insandır. Onun aklı ve fikri gücü asla değişmedi. Zabire b. Said b. Saad b. Sehm b. Amr, 220 yıl yaşayan insanlardan bir diğeridir. Asla yaşlanmadı. İslam’ın doğuşuna şahit oldu, ama iman getirmedi. Ebu Hatem Rubasi, Utba’dan şöyle naklediyor: Zabire Sehmi, 220 yaşında ölmesine rağmen saçlar siyah dişleri ise sağlam kalmıştı. Amcasının oğlu, o öldüğü zaman şöyle bir şiir yazmıştır: Zabire Sehmi Öldükten sonra kim ölümü tatmayacak. Öyle bir halde öldü ki, yaşlanmamış ölmesi ise uzak. Öyleyse hazır olun, ölüm haber vermeden gelip size de çatar. Derid b. Samme Çeşmi, 200 yıl yaşayan uzun ömürlülerdendir. İslamın doğuşunu gördü ama Müslüman olmadı. Huneyn savaşında müşriklerin önde gelen komutanlarından idi. Orada Müslümanlar tarafından öldürüldü. Muhammed b. Utban b. Zalim b. Zubeydi adındaki şahıs 253 yıl yaşamıştır. Amr b. Hameme-i busi, 400 yıl yaşamıştır. Şu şiir o yazmıştır: Beni henüz bulmamıştır ölüm Oysa gelip geçmiş güzel, baharlı yıllarım Üç asır üzerimden geçmiştir, Dördüncüsü ise bitmek üzeredir. Salman-i Farisi herkesin, hatta Müslüman olmayanların dahi kabul ettiği uzun ömürlülerdendir. Müslüman ve Müslüman olmayan alimlerin çoğu onun Hz. İsa aleyhi’s-selâm’ı dahi gördüğünü söylemektedirler. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’den sonra ikinci halifenin hilafet döneminin ortalarına kadar yaşamını sürdürmüştür. İranlı tarihçiler, İran’ın eski padişahlarından bazılarının ömürlerinin yukarıda adları geçenlerden daha uzun olduğunu söylemişlerdir. Onlar şöyle yazmakta: “Ceşn Mehrgan, uzun ömürlü padişahlardan biridir. O, 2500 yıl yaşamıştır.” Ben bu padişahların adını üç sebepten dolayı burada getirmedim: 1)  Arapların uzun ömürlü olanları, Farslarınkinden daha çoktur. 2)  Arap uzun ömürlüler, zamanımıza daha yakındırlar. 3) Arap alimleri, bu insanların yaşadığını kabul ediyorlar. Ama Farslar, Fars padişahlarının böylesine uzun ömürlü olup-olmadıkları konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları kabul ederken bazıları reddetmektedirler. Yukarıda saydığımız insanlar, tarih kitaplarında adları geçen uzun ömürlü insanlardan bazılarıdır. İnsanların uzun ömürlü olmasının mümkün olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Böyle bir şeyin gerçekleştiği de kesindir. Uzun ömürlü insanların olamayacağını söyleyenler, sadece Allah’ı inkar edenlerle, bazı müneccimlerdir. Ama semavi dinlerin takipçilerinin hepsi insanların uzun ömürlü olabileceğini kabul etmektedirler. ***** 14. Soru: İmamiye’nin iddiasının doğru ve gerçekle uygun olduğunu kabul etsek bile, gizli olarak yaşayan bir İmamın ne faydası olacaktır? Esasen beşeriyet İslami tebliğ etmeyen, İslami had ve hudutları uygulamayan, hükümleri beyan etmeyen, kimseye yol göstermeyen, iyiliği emir ve kötülüğü nehiy etmeyen ve İslam yolunda cihad etme imkanı olmayan bir rehbere neden ihtiyaç duysun?! Cevap: Başka bir ifadeyle eleştiren şöyle diyor: İmamın toplumdaki rolü, İslam şeriatını uygulamak ve ümmeti korumaktır. Eğer İmamiye’nin dediği gibi İmam gaybete çekilirse bütün ceza ve hükümlerin askıya alınması gerekir. Örneğin cihad ve buna benzer bir çok hükmün emrini sadece İmam verir, oda olmayınca, bu emri verecek kimse kalmaz, o zaman da artık ona ihtiyaç kalmayacaktır. Dolayısıyla böyle bir İmamın varlığı ile yokluğu arasında fark söz konusu olamaz. Bu eleştiri de bir kaç sebepten dolayı temelsizdir: 1)  Hakka davet ve İslam’ı tebliğ etmek, herhangi bir şahısla sınırlı değildir. Bu bütün Müslümanların vazifesidir. Acaba Şiiler şimdiye kadar hak yola daveti üstlenmemişler midir? İmamın şahsen bu işi üstlenmesine gerek yoktur. Peygamberlerin daveti de her zaman takipçilerinin ve müminlerin aracılığıyla olmuştur. Davet bu yöntemle de olabilir. İmamların tebliğ için uzaklara gitmelerine veya başkalarının onların yanına gelmelerine gerek yoktur. Ceza ve hükümlerin uygulanması, düşmanlarla cihad etme konusu da yine vekiller ve komutanlar tarafından yerine getirilir. Peygamberler döneminde de vekiller ve komutanlar ciddi bir şekilde bu işleri yapıyorlardı. Bu işleri mutlaka kendimiz yapacağız demiyorlardı. İmamların durumu da böyledir ve kendileriyle sınırlı değildir. Şimdiye kadar anlattıklarımızdan şu anlaşılmaktadır: Şeriat ve İslam’ın kanunlarını korumak, gerektiği şekilde tebliğ etmek için İmamın varlığına ihtiyaç vardır. Eğer bu işleri üstlenecek birileri varsa, İmam bu işi onlara bırakabilir veya kendisini gizleyebilir. Ama ümmetten hiç kimse bu işi yapmaz, hepsi hak ve doğru yoldan saparlarsa o zaman İmamın gizli kalmaya hakkı yoktur. Ortaya çıkarak işlerini bizzat kendisi üstlenmelidir. Bu konunun kendisi İmamın gerekli oluşunun felsefesini akli yönden ispat etmekte ve Allah’ın onu göndermesinin lüzumunu da ortaya koymaktadır. Akli açıdan ümmetin hidayeti, şeriatın korunması ve emniyetin sağlanması için Allah’ın bir İmam göndermesi şarttır. Eğer ümmet zulme başvurup, İmamı öldürme amacını güderse veya onun işlerine engel olmak isterse, o zaman İmam gayba çekilir ve ümmet içerisindeki işlerini durdurur. Buna sebep olan şey de ümmetin tutumudur. Bunda ümmet suçludur. Doğacak her fesattan da yine ümmet sorumludur. Eğer Allah Teala İmamı görevlendirmezse, doğacak olan eksikliğin sebebi “neuzubillah” kendisi olmuş olur. Allah Teala her türlü karışıklık ve fesattan uzaktır.(1) Kaynak: (1)- Hace Nasıruddin Tusi “İmamın gönderilmesi şarttır” konusunda şöyle buyuruyor: “İmamın varlığı, Allah’ın insanlara ettiği bir lütufdur. Onun toplumu yönetmesi insanlar için daha büyük bir lütufdur. Bu zaman İmam, toplumu idare etmiyorsa bunun sebebi bizleriz.” Allame Hilli, Şeyh Nasiruddin Tusi’nin bu sözünü şöyle açıklıyor: İmametin insanlara olan faydasını, bir kaç şeyde özetleyebiliriz: a)    Allah, İmamı açıkça göndermeli ve ona insanları sahih bir şekilde yönetme imkanı vermelidir. b)    İmam da İmamet makamını kabul etmeli, vazifesini yerine getirmeye hazır olmalıdır. Ve böyle de olmuştur. c)    İnsanlar da İmama karşı vazifesini yerine getirmelidirler. Yani Onun emirlerine uymalı ve işleri idare etmede ona yardımcı olmalıdırlar. Ama insanlar bu vazifelerini yerine getirmemişlerdir. Sonuçta da Allah’ın lütfünün kendilerine şamil olmasına engel olmuşlardır. Ne Allah, ne de İmam buna sebep olmamıştır. (Keşf-ul Murad, s. 285) ***** 15. Soru: Şia’nın İmamiye dışındaki fırkaları da İmamiye gibi bir önderlerinin gizli olarak yaşadığını iddia etmektedirler. Ama İmamiye bunu şiddetle reddetmekte, onların inançlarının batıl olduğunu söylemektedir. Bu nasıl izah edilebilir? Cevap: Eleştirmen şöyle diyor: İmamiye’nin gaib İmam yani Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm hakkındaki iddiasının benzeri başka gruplarda da mevcuttur. Ama İmamiye onları kabul etmemektedir. Örneğin Sebeiye fırkası Hz. Ali hakkında şöyle diyor: Hz. Ali aleyhi’s-selâm ölmedi, O gizli olarak yaşıyor. Başka bir fırka olan Kisaiyye şöyle diyor: Muhammed bin Hanefiyye ölmemiştir. O insanlardan gizli olarak normal yaşamını sürdürmektedir, uygun bir zamanda zuhur edecektir. Navusiye fırkasının ise şöyle bir iddiası vardır. Cafer bin Muhammed hayattadır. Belirli bir zamanda zuhur edip, silahlı bir kıyam edecektir. İsmailiye fırkası, İsmail bin Cafer bin Muhammed’in Mehdi olduğunu ve bir gün ortaya çıkıp kıyam edeceğini iddia etmektedir. İsmailiye fırkasına mensup bir takım insanlar da şöyle demektedir: Muhammed bin İsmail bin Cafer şu ana kadar yaşamaktadır. Zeydiye fırkası da İmamları hususunda aynı görüşü savunmaktadır. Hatta Şahi denilen yerde atından düşüp ölen Yahya bin Ömer hakkında da bu iddiayı öne sürmektedirler. İmamiye bütün fırkaların görüşlerini reddederek hepsinin batıl olduğunu söylemektedir. Öyleyse İmamiye’nin Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm konusundaki iddiası da batıldır. Çünkü bütün bu grupların iddialarını batıl etmek için ortaya attığı deliller, kendileri içinde geçerlidir. Dolayısıyla kendi inançları da batıl sayılmaz mı? Bu eleştiri de yersiz ve temelsizdir. Çünkü bütün bu fırkaların gaybına inandığı kimselerin öldüğü kati ve aşikar olan delillerle ispat olmuştur. Söz konusu gaybetine inanılan bu insanların hepsi İmamların soyundan gelmişlerdir ve bunlardan sonra gelen İmamlar, bunların öldüğüne şahadet etmişlerdir. Ayrıca bu şahısların öldüğü diğer tarihi kaynaklarda da kayıtlıdır. Bunları reddetmek kesin delilleri hiçe saymakla eş değerdedir. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a gelince onun ölümüne dair hiç bir belge ve delil mevcut değildir. Diğer fırkaların inandıkları şahıslar, bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Ama İmam Mehdi aleyhi’s-selâm bu dünyada hayatını sürdürmektedir. Diğer fırkaların iddiaları tarihi belgelerden yoksun ve hissi bir takım özellik taşımaktadır. Ama İmamiye’nin görüşü bunun tam aksinedir. Çünkü hiç bir tarihi kaynak İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın varlığını ve yaşadığını inkar etmemektedir. Dolayısıyla diğer fırkalarla İmamiye’yi mukayese etmek, akıl kârı bir iş değildir ve yapılan bu eleştiri de delilsiz olup hakikati tahrif etmekten öte bir şey değiştir. Ayrıca İmamiye bu iddiaları gaybet müddetinin uzunluğundan veya bu gibi gaybetlerin mümkün olamayacağından dolayı reddetmiyor ki kendi inancına bir halel gelmiş olsun. İmamiye bunların öldürüldüğüne veya öldüğüne dair kesin delillere istinaden bunların hayatta olmadıklarına inanıyor. Bunların ölümünde hiç bir ilim, his ve vicdan şüphe etmemektedir. Nitekim onların bazılarının İmameti, İmamiye’nin inandığı usule göre ispat edilememiş, bazılarının da İmam olduğu hususunda hiç bir tarihi belge, rivayet ve hadis bulunmamaktadır. Onların bazılarının İmam olmadığı, tarih kaynaklarda şüpheye yer vermeyecek şekilde açıktır. Dolayısıyla söz konusu bu kişilerin gaybeti hiçbir şeyi ifade etmez. ***** 16. Soru: İmamiye, İmam Mehdi'nin gaybet ve zuhuru konusunda çelişkiye düşmüştür. Bir taraftan, İmam’ın gözlerden kaybolmasını ve insanların ona ulaşamamasını, Allah Teala irade etmiştir diyorlar; öte yandan bir İmamın olmasının gerekliliğinin felsefesi hakkında, insanların dinin hükümlerini bilen birine ihtiyacı olup, Allah’ın onu göndermesi gerektiğini söylemektedirler. Başka bir ifadeyle eğer Allah böyle birini göndermez ve insanlar dinin hükümlerini öğrenme imkanını bulamazlarsa bu Allah’ın beşeri nizamı gözetmediğini, kullarının ihtiyacını tam ve güzel bir şekilde temin etmediğini göstermez mi? diyorlar. Görüldüğü üzere bu iki iddia tamamen birbiriyle çelişmektedir. Cevap: Bu eleştiri de esassız ve batıldır. Çünkü bu eleştiriyi yapan kimselerin Allah’ın fiillerindeki fayda ve bozukluklarının niteliği hususunda bilgilerinin olmadığı anlaşılıyor. Çünkü hekim ve alim olan birisinin hareketleri her zaman bir ölçü üzerinedir; dış etkenler değiştiği zaman, onun hareketleri ve davranışı da değişebilir. Örneğin, alim ve hekim olan bir şahıs kendi çocuklarına, akrabalarına ve dostlarına iyi ahlak, edep ve ilim öğretiyor; daha sonra maddi imkanları ve onların ticaret yapabilmesi için gerekli olan şeyleri onların hizmetine sunuyor. Onlar bu sebeple hem maddi, hem de manevi yönden kimseye ihtiyaç duymazlar. Eğer bu kimseler halka karşı iyi ahlaklı olur edep ve ilim öğrenmede çaba harcarlarsa ve işlerinde dikkatli olarak çalışılırsa, hekim ve alim olan bu şahıs maslahat gereği bu insanlara sunduğu imkanları daha da artırır. Onların ahlak, ilim ve ticari yönde gelişmeleri için gerekli olan şeyleri hazırlar. Ama bunun aksine bu kimseler ilim, edep, ahlak ve marifet tahsil etmede kusur ederlerse, kendi hizmetlerine sunulan maddi imkanları iyi kullanmayıp iflas ederlerse, uygunsuz davranışlarda bulunarak halkla olan irtibatlarını kesenlerse tabii olarak bu hekim ve alim şahıs onlara ilim öğretmekten sakınır, sunduğu maddi imkanları geri alır. Burada görüldüğü gibi hekim olan şahsın maslahata uygun olarak yaptığı, birbirinin tam zıddı olan iki ayrı hareketi vardır. Bu iki davranış aynı şahıslar üzerinde uygulanıyor. Farklı olan yöntem her ikisi de yerli yerinde ve maslahata uygun olarak yapılıyor; tezatlık diye bir şey söz konusu değildir. Arif ve alim olan insanlar, Allah’ın tedbir ve hikmete dayalı sünnetinin kullar arasında uygulanışının yukarıda verdiğimiz misal gibi olduğunu kabul ederler. Şöyle ki, Allah kullarına akıl ve düşünme gücü vermiştir. İnsanlar akıllarıyla iyi ahlakı ve beğenilen yöntemleri anlayabilirler. Allah Teala, peygamberler ve semavi kitaplar vasıtasıyla insanların iyi ahlak ve iyi amelleri yapmalarını emretmiştir. Bu emir insanların maslahatı için verilmiş bir emirdir. Çünkü insan ancak bu emirlere uymakla ebedi saadete ve kurtuluşa ulaşabilir. Dolayısıyla eğer insan Allah’ın verdiği aklı kullanarak, onun emirlerine uyarsa, Allah da onu gaybi yardımlarla destekler ve onun hak yolda ilerleyebilmesi için gerekli olan sebepleri hazırlar. Ama eğer insan akıl ve mantığını kullanmaz, Allah’ın emirlerine itaat etmezse o zaman durum tamamen değişir. Bu iki iş muhtelif ve farklıdır; maslahat bunu gerektirmektedir. Bu farklı yöntemler arasında akli ve mantıki olarak hiç bir zıtlık söz konusu değildir. Allah insanları kendisine ve gönderdiği peygamberlere iman etmeye davet etmiştir. Şüphesiz Allah insanların maslahatına uygun olarak bu emri vermiştir. Ama eğer insanın canı tehlikeye düşerse canını kurtarmak için Allah ve peygamberlerini inkar ederse, günaha düşmez; aksine yaptığı bu hareketle sevap kazanmış olur. Allah kendisine iman etmeyi emrediyor öte yandan zorluk anında inkar etme izni veriyor. Bu iki emir de yerine göre verilmiştir. Burada yöntem yada vazifenin değişmesi ile böyle bir durum ortaya gelmiştir. Bu da zalim ve inkarcıların hak olduğunu göstermez. Onlar, yaptıkları bu zorlamaya karşılık olarak cezalarını çekeceklerdir. Allah Teala hac ve cihadı insanlara farz kılmış, bu iki görevi yerine getirmeyi şartlara bağlamıştır. Eğer insanın gücü olur, hiç bir engelde söz konusu olmazsa muhakkak bu emirleri yerine getirmelidir. Eğer bunları yapacak güce sahip değilse ve engel varsa o zaman bu yükümlülük ortadan kalkar, çünkü şartlar bunu gerektirmektedir. Bu işe engel olanlar sorumludur; cezalandırılacak olanlar da onlardır. Şüphesiz Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybet ve zuhur meselesi de böyledir. Çünkü kullar kendi İmamına itaat eder, gerekli vazifelerini yerine getirir ve hak yolda ilerlemede ona yardımcı olurlarsa, o zaman İmam zuhur eder ve insanlar da ona ulaşabilirler. Ama insanlar ona itaat etmeyip, hak ve tekamül yolunda yardımda bulunmazlarsa, İmam insanların erişemeyeceği ve göremeyeceği bir ortama yani gaybete çekilmesi gayet doğal bir olaydır. Onun gaybete çekilmesine sebep olanlar bu sorumluluğu taşımakta ve cezasını da onlar çekecektir. İmamın gözlerden kaybolması bu yöndedir. Ona yardım edecek bir kimse kalmaz ise, o da yardım edecek birileri gelinceye dek gizliliğini devam ettirecektir. ***** 17. Soru: İslam mezheplerinin hepsi, mucizenin yalnızca peygamberlere özgü bir şey olduğuna, ayrıca bu elçilerin özel bir alametinin bulunduğuna inanmaktadırlar. İmamiye’nin iddiasına göre, İmam Mehdi'nin zuhur edeceği zaman kendisini tanıtması için mucizeye ihtiyacı olacaktır. Ancak bu şekilde kendisinin imametini ispat edebilir. Çünkü kimse mucize olmadan onu tanıyamayacaktır. Oysa mucize peygamberlere özgü bir şeydir. Bu nasıl izah edilebilir. Cevap: Eleştirmen şöyle diyor: Eğer İmam gaybete çekilir ve asırlar boyu zuhur etmezse bu süre içerisinde bir çok nesil İmamı görmeden gelip gideceklerdir. Asırlar sonra İmam zuhur ettiğinde de o zamanın insanları onu kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onun İmametine dair hiç bir delil ve ispat onlara göre mevcut değildir. Kendisini, mucize göstererek ispat edebilmesi ancak peygamber olmasıyla mümkündür. Ama artık peygamber gelmeyeceği bütün İslam ümmetinin inandığı bir ortak noktadır. Ayrıca bir insanın peygamber olmadığı halde mucize etmesi İslam ümmetinin reddettiği konulardan birisidir. Çünkü İslam ümmeti mucizenin fakat peygambere ait olduğu ve peygamberden başkasının mucize yapamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Bu da zayıf bir eleştiridir. Çünkü sayısızca hadis ve rivayet, İmamın özelliklerini bildirmiştir. Ayrıca kıyamdan önceki alametler açıklanmıştır. Bu rivayetler hem Hz. Peygamberden hem de 12 İmamdan nakledilmiştir. Mesela kıyamdan önceki alametlerden birisi Süfyani adında birisinin yapacağı silahlı kıyam, bir diğeri Deccal adında birinin ortaya çıkarak, sayısız insanı katledeceği ve buna benzer bir çok alametler bildirilmiştir. Hz. Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın evlatlarından birisinin Medine’de silahlı bir kıyamı başlatması ve halkı Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a davet etmesi daha sonrada şehid edilmesi, zuhur alametlerinden biridir. Büyük, mücehhez ve donanmış bir ordunun Beyda da (Mekke yakınlarında bir çöl ismi) toprağa gömülmesi ve buna benzer sayısız alametlerin gerek Şia, gerekse Sünni kaynaklarında Hz. Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih'den nakledilmiş olmasıdır. Bütün bu haberler günümüze kadar gelmiş ve gelecek nesillere de muhakkak ulaşacaktır. Bu nişanelerle Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın İmam olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca alametlerin ortaya çıkması ve birtakım mucizelerin İmam tarafından gerçekleştirilmesi onun peygamber olduğunu göstermez. Çünkü mucize sadece peygamberlik iddiasını doğrulamak için değildir. Mucize, iddia eden kimsenin iddiasının ve kendisinin doğruluğuna, delalet eder. Mucize hem peygamberlik iddiası için geçerlidir, hem de başka ilahi iddialar için. Başka bir ifadeyle Hz. Muhammed’den sonra artık kıyamete kadar Peygamber gelmeyeceği her Müslümanca bilinen ve Kur’an’da açıklanmış bir hakikattir. Ve bunu Ehl-i Beyt İmamları açıkça beyan etmişlerdir. Evet mucizenin fikri ve ameli olarak her türlü pislik ve günahtan uzak olan kimseye ait olduğu doğrudur. Dolayısıyla bu şahıs peygamber, İmam yada salih bir kul olabilir. Misal olarak Kur’an'da gelmiş iki olayı aşağıda aktaracağım. 1)    Allah Teala Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:“Zekeriyya, Meryem’in yanına her gittiğinde onun yanında rızkının hazır olduğunu görüyordu. O, Meryem’e şöyle dedi: “Bu yemekler kimin tarafından gelmektedir.” Meryem, bu rızk Allah tarafından gelmektedir, dedi. Kim rızkını ondan istese o hesapsız olarak onun rızkını verir. Zekeriyya bu esnada dua etti: “Ey Allah’ım bana pak ve değerli evlatlar nasip eyle şüphesiz sen benim isteğimi duyansın.” Allah Teala bu mucizeyi Hz. Meryem’e bağışlamıştı. Hz. Meryem peygamber değildi. Sadece, O’nun salihe kullarından biriydi. 2)    Kur’an-ı Kerim’in buyurduğuna göre Allah Teala, Hz. Musa’nın annesine vahyetmişti: “Biz Musa’nın Annesine vahyedip dedik ki; ona süt ver, düşmanlardan korktuğun zaman onu denize bırak, korkma, hüzünlenme onu sana tekrar geri döndüreceğiz ve şüphesiz onu peygamber yapacağız.” Allah Teala, açıkca Hz. Musa’nın annesine vahiy ettiğini buyurmaktadır. Eğer vahiy sadece peygamberlere mahsus bir mucize olsaydı Hz. Meryem’e peygamber olmamasına rağmen vahiy gelmesi doğru bir şey olmayacaktı. Dolayısıyla neden Allah-u Teala Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm a mucizeler bağışlamasın? Bu mucizelerle Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, diğer yalancı Mehdilerden ayırmış olacak ve kimin gerçek Mehdi olduğu anlaşılacaktır. Onun iddiası bu mucizelerle doğrulanacak ve halk için bir delil olacaktır. Ben “el-Bihar” ve “el-İzah” kitabımda mucize konusuna genişçe yer verdim; daha geniş bilgi için söz konusu kitaplara müracaat edebilirsiniz. Kendime bir vazife bilerek bu eleştirilerin cevabını Allah’ın izniyle yazmaya çalıştım. Buradaki hedefim hakkın ortaya çıkmasından başka bir şey değildi. ***** 18. Soru: Acaba Hz. Mehdi (a.s) şu anda nerede yaşamaktadır? Belli bir mekanı ve yerleşim yeri var mıdır? Cevap: Bu konuda nakledilen rivayetlerde, ilk bakışta bir biriyle bağdaşmayan bilgiler verilmiştir. Bazı rivayetlerden, İmam'ın belli bir yeri olmadığı ve dağlarda, ıssız yerlerde yaşadığı anlaşılmaktadır. İmam'ın (a.s) Ali b. Mehziyar'a söylediği sözlerden anlaşılan budur.(1) Bazı rivayetlerde belli birkaç mekanın adı zikredilmiştir: Medine(2),  Medine çevresindeki Radvâ dağı(3) ve Mekke çevresindeki  Zû-Tuvâ vadisi(4) gibi. Diğer bazısında ise, birinci kısım gibi belli bir mekanın ismi verilmiyor, ama İmam'ın (a.s) insanların içerisinde tanınmaz bir şekilde yaşadığını, onun insanları tanıdığını, ama insanların onu tanımadığını vurgulamakta ve bu açıdan Hz. Yusuf'a benzetilmektedir ki bir müddet tanınmaz bir şekilde Mısır'da insanlar arasında yaşadı, ama zamanı gelince kendisini kardeşlerine tanıttı.(5) Aslında bu rivayetlerin birbiriyle bir çelişkisi yoktur ve uzlaştırılabilir niteliktedir. Şöyle ki: İmam (a.s) insanların arasında yaşamasına ve çeşitli yerlerde bulunmasına rağmen, ağırlıklı olarak veya özel zamanlarda (hac mevsimi gibi) Mekke ve Medine'de bulunabilir; normal olmayan ve tehlike arzeden zaman ve durumlarda ise dağlara veya ıssız bölgelere intikal edebilir. Bu hadislerden her birisi de bu durumlardan birisine işaret etmiş olabilir. Kaynak: (1)- Kitab-ül Gaybet (Şeyh Tûsî), s.266. (2)- Kitab-ül Gaybet (Şeyh Tûsî), s.162, Bihâr-ül Envâr, c.52, s.153, El-Kâfî, c.1, s.340. (3)- Kitab-ül Gaybet (Şeyh Tûsî), s.162. (4)- Kitab-ül Gaybet (Şeyh Tûsî), s.182. (5)- Kitab-ül Gaybet (Şeyh Tûsî), s.164. ***** 19. Soru: Acaba Hz. Mehdi (a.s) şu anda evli ve çoluk çocuk sahibi midir? Eğer değilse, bu Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine aykırı bir hareket olmaz mı? Cevap: Hz. Mehdi'nin evli ve evlat sahibi olduğuna dair sağlam ve güvenilir bir delil mevcut değildir. Gerçi bazı kaynaklarda bu manayı ifade  eden bazı rivayetler nakledilmiştir. Ancak o rivayetlerin hepsinin senedi zayıftır. Ayrıca başka manalara da yorumlanması mümkündür. Mesela bazı ziyaretlerde Hz. Mehdi'nin ehl-u ayaline de selam edilmiştir ki alimler, rivayeti kabul etsek dahi bundan gaybet sonrası kastedilmiş olabilir, demektedirler. Öte yandan Hz. Mehdinin evli ve çocuk sahibi olmasını reddeden hadisler de mevcuttur; örneğin şu hadis: Mes'ûdî şöyle nakletmektedir: "Ali b. Hazma, İbn-i Sirâc ve İbn-i Ebi Said, bir ara İmam Rıza'nın (a.s) huzuruna vardıklarında Ali B. Hazma İmam'a şöyle arzetti: "Ey Resulullah'ın oğlu, biz, siz (Ehlibeyt imamların)dan Şialara şöyle nakletmişiz ki her İmam ölmeden önce mutlaka evladını görür. (Acaba bu doğru mudur?) İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: "Şunu da hadise eklediniz mi "Kâim (Hz. Mehdi) hariç?"(1) Bu hadisten anlaşılan şudur ki Hz. Mehdi vefatı sırasında ya çocuğu olmayacaktır veya olsa da o sırada İmam'ın yanında olmayacaktır. Bunun sebebi ise belki de Hz. Mehdinin gizli kalması ve korunmasına yönelik bir tedbir olarak İmam'ın evlenmesine izin verilmemiştir. Evliliğin Nebevî bir sünnet olduğuna gelince, bunda bir şüphe söz konusu değildir. Ancak bu normal durumlardadır. Ama eğer bir zaruret bunun aksini gerektirirse, o zaman bu mesele o kimse hakkında sünnet olmaktan çıkar. Hz. Mehdi'nin kısa bir müddet (çocuğu olmadan) birsiyle evli kalıp o vefat ettikten sonra, artık evlenmediği ve böylece sünnete amel etmiş olabileceği de muhtemeldir. Kaynak: (1)- İsbât-ül Vasiye (Mes'udî), s.201. ***** 20. Soru: Deniliyor ki Hz. Mehdi'nin (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) mübarek ismiyle aynı olan asıl ismini söylemek caiz değildir; bazı rivayetler de buna delil olarak gösteriliyor. Bu konuda açıklama yapar mısınız? Cevap: Bu konuda bir takım rivayetlerin olduğu ve hatta geçmiş bazı alimlerin bu yönde fetva verdikleri doğrudur. Ancak bugünkü müçtehitlerimizin hepsinin görüşü şudur ki söz konusu rivayetler, belli bir zaman dilimi için verilen hükmü içermektedir. Şöyle ki Abbasilerin zülüm üzerine kurulu saltanatları zamanında, diğer Ehlibeyt İmamlarına yaptıkları gibi Hz. Mehdi'yi de zalimane saltanatlarına tehlikeli gördükleri için ortadan kaldırmayı düşünüyor ve bunun için mümkün olan her yola baş vuruyorlardı. Dolayısıyla Hz. Mehdi için hadislerde zikredilen özellikleri taşıyan kimseyi bulmaya çalışıyorlardı. İşte buna karşılık bir tedbir olarak Ehlibeyt İmamları Hz. Mehdi'nin isminin söylenmesini yasaklamışlardı. Ama şu anda böyle bir şey söz konusu olmadığı için bu hüküm de ortadan kalkmıştır ***** 21. Soru: Birçok sitede gördüğüm ortak bir hadis Hz.Mehdi'nin Konstantiniyye'yi fethetmesi ile alakalı idi. Bu hadiste gecen Konstantiniyye, İstanbul mudur? Eğer öyleyse Hz. Mehdi İstanbul'u fethedecektir; bu doğru mudur? Gene okuduğum ortak bir hadis Hz. Mehdi'nin ordusunda Arap olmayacağı hatta bazı sitelerde ordusunun İstanbul'un fethi ile alakalı Türklerden oluşacağı bile yazılıydı. Bu doğru mudur? Bir sorum da Hz. Mehdi'nin zuhurunun tarihi ile alakalı. Bir çok yerde Hz. Mehdi'nin hicri 1400 senesinde yada bir iki sene sonrasında çıkacağı yazılıydı buda Hz. Mehdi'nin su an dünyada ve 20'li yaşlarda olduğunu gösterir. Bu doğru mudur? Cevap: Muhterem kardeşim, sorularınızı ayrı ayrı kısaca cevaplamaya çalışacağım. Konstantiniye'den maksadın İstanbul olduğu ve Hz. Mehdi'nin ilk fethedeceği yerlerden birisinin de İstanbul olduğuna dair rivayetlerin olduğu doğrudur. İstanbul'un fethiyle ilgili rivayeti eğer doğru kabul edersek, bizce bundan maksat Hz. Mehdi (a.s)'dır, başkası değil… Hz. Mehdi'nin her milletten askeri olacaktır. Bu askerlerin Araplardan elemanı az olacağı, çoğunluğunun şu anki İran coğrafyasından, özellikle Kum bölgesinden olacağı, Türklerin yaşadığı bölgelerden de bazı kimselerin olacağına dair bazı rivayetler vardır. Ama Konstantiniye'yi kurtaracak ordunun Türklerden oluşacağına dair bir rivayet ben görmüş değilim. Tam tersine Hz. Mehdi'ye ilk savaş açacak ırklardan birinin Türkler olacağına dair nakiller mevcuttur. Hz. Mehdi'nin ne zaman zuhur edeceğini kesin bir şekilde kimse bilmiyor. Hatta Hz. Mehdi'den nakledilen bir hadiste zaman tayin edenler yalancıdır denilmektedir. Tabi Hz. Mehdi'nin zuhuru için bir takım alametler hadislerde zikredilmiştir ki bunların bir kısmı vuku bulmuş gibi görünüyor. Kısacası zuhur yakın olabilir. Ama kimse kesin tarih veremez. Hz. Mehdi'nin yaşıyla ilgili, Ehlibeyt mektebi Hz. Mehdi'nin on birinci İmamımızın oğlu olduğu, ve 255 hicri tarihinde dünyaya geldiği dolayısıyla şu anda 1169 yaşında olduğuna inanmaktadır. Ama görüntü olarak zuhur edeceği sırada 35 yaşlarında birisi gibi gözükeceği nakledilmiştir hadislerde. Hz. Mehdi tabi ki bu dünyada yaşamaktadır. Ama gaybettedir, o insanları tanıdığı halde onlar onu tanımamaktadırlar. Nadiren bazı Allah velilerine kendisini tanıtmakta ve onlarla görüşmektedir ki bunun örnekleri kitaplarda zikredilmiştir. Allah'a emanet olun. ***** Kevser.net’ten alınmıştır.