ÂL-İ ABA
ÂL-İ ABA
Publisher :
(0 Votes)
(0 Votes)
ÂL-İ ABA
Hamd-u sena Allah’a, salat ve selam Peygamber’e ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyti’ne olsun. İnsanları şaşkınlıktan kurtarmak, cehaleti gidermek, zulümle mücadele yapmak ve beşerle yaratıcısının irtibatını sağlamak yolunda bütün varlıklarını vakfeden ve insanlığa ışık tutmak ve hidayet nişanelerini göstermek için didinen ve bu yüce hedefler uğruna aziz canlarından geçen vahiy ve risalet muhafızları, hak ve adalet koruyucuları olan Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyti’nin (Allah’ın salat ve selamı onların hepsinin üzerine olsun) eserlerini yayınlamak, insanın akıl, idrak ve fıtratına sunulan ve diğer hizmetlerin temeli olan en büyük hizmettir. İslam’ın doğru önder ve şahsiyetlerini ve tarih boyunca tanınmayan masum İmamları tanımak için en iyi yol, onların söz ve siyerlerine bakıp onları can gözüyle okumaktır. Allah’a hamd olsun ki, bu söz ve siyerler bütün kin, düşmanlık, hadis yasaklama ve tahriflere rağmen zaman aşımından korunup bugünün nesline ulaşmıştır. Velayet aşıkları, kendi mevlâlarının ve İslam dünyasının yüce şahsiyetlerinin söz ve siyerlerini ve Hz. Peygamber’in Gadir çöllerinin kavurucu sıcağında yüz yirmi bin civarındaki kişiyi bekletmesi ve deve semerleriyle minber yaparak onun üzerine çıkıp hutbe okumasının ve coşkulu bir önsözünden sonra Hz. Ali’nin elini tutup; “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” buyurmasının sebebinin ne olduğunu, bütün dünya ve İslam alemine sunmalıdırlar. Acaba neden Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’yi sevenler hakkında iyi dua ve düşmanları hakkında ise beddua etti.? Acaba Ali kimdi ki, Allah’ın en seçkin Peygamberi ve yaratılış unsurunun en üstünü 23 yıl boyunca, o kadar üzüntü ve zorluklardan ve insanları putların esaretinden kurtardıktan ve özgürlük tadını beşere tattırdıktan sonra, hayatının en son anlarında ve ele geçmiş en kritik fırsatta, bu kadar titizlik ve ihtimamla Hz. Ali’yi “Mevla” unvanıyla, yani Allah Teala’nın kendisi ve Peygamberine tahsis ettiği bir sıfatla halka tanıtmaktadır? Allah’dan başka düşüncesi olmayan, insanın kurtuluşundan başka risaleti olmayan ve manevi değerlerden başkasına değer vermeyen Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin vücudunda ne gördü ki onu kendisine kardeş yaparak kendi yerine atadı?! Veya Ehl-i Beyti’ni, Kur’ân’ın eşi, alemdeki hakikatlerinin tecelligahı ve varlık esrarının hazinesi kılıp, onlara uymayı hidayetin yegane garantisi ve dalalet yolunun setti olarak tanıtmasının sebebi nedir acaba?! Veya onları, gökyüzünün parlak yıldızları ve kurtuluş gemisi olarak tanıtmasının sebebi nedir? Bunların (Ehl-i Beyt’in) vücutlarında yatan sır nedir ki, bütün insanların saadet ve kurtuluşu onlara uymakla gerçekleşmektedir? İşte bu soruların ve yüzlerce sorunun cevaplarını Hz. Ali ve evladının siyer, ahlak ve düşünme hakkındaki vahye benzer sözlerinin arasında aramak gerekir. Nehc’ul- Belağa, Sahifet’us- Seccadiyye, Tuhaf’ul- Ukul ve Şia’nın diğer hadis kitaplarını iyice bir düşünerek, kelime-kelime, satır-satır okuyup Kur’ân ve Resulullah’ın hadisleriyle mukayese ederek, vasilerin son silsilesinin azametini anlamak gerekir. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyti’nin tevhit, nübüvvet, imamet, mead, sabır, direniş, zulme ve küfre karşı mücadele, ümitli olmak, değerleri diriltme yolunda fedakarlık, emanet, doğruluk, dürüstlük, adalet, ihsan, vefa, yiğitlik, cömertlik, insani keramet, izzet-i nefs, yüce himmetlilik, iffet, kanaat, özgürlük, kardeşlik, ihlas, hamaset, gayret, korku, nifak, heva ve heves, ahdi bozmak, hile, hıyanet, refah düşkünlüğü, zulmü kabullenmek, zorbacı güçlerin karşısında teslim olmak vb. şeyler hakkındaki sayısızca hadis ve rivayetlerini, Ehl-i Beyt’in kimler olduklarını, imametin ne olduğunu, halkın İmamlara başvurmasının gerekliliğinin sırrının ne olduğunu, Peygamber'in halifesi olmanın ne anlam taşıdığını, Al-i Muhammed’in İslam’da ne kadar büyük hakkı olduğunu anlamaları için Bihar’ul Envar, Vesail’uş- Şia, Vafi, İlel’uş- Şerayi, Tevhid-i Saduk, İhticac-ı Tabersi, Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, Tuhaf’ul- Ukul, Mişkat’ul- Envar gibi büyük ve küçük hadis mecmualarını görüp okumaları gerekir.