İMAM HUMEYNİ'NİN (R.A) İRAN’I
İMAM HUMEYNİ'NİN (R.A) İRAN’I
(0 Votes)
(0 Votes)
İMAM HUMEYNİ'NİN (R.A) İRAN’I
I İran Devrimi konusunda taa başından beri Batı, özellikle Birleşik Amerika körü körüne siyasi bir önyargıyla hareket etmektedir. Devrim'in ilk belirtilerine hemen hiç dikkat edilmedi. 1978 İlkbaharından önce Tebriz'de, daha sonra Kum'da halkın galeyana gelmesi, Şah'ın tarım reformlarına karşı olan «gerici» mollaların bir tertibi olarak nitelendirildi. Milyonlarca İranlının eşi görülmez gösterileri, devlet daireleri, fabrikalar, okullar, üniversiteler ve petrol alanlarındaki büyük grevler devleti felce uğratması ve en nihayet Şah'ın rezil olarak ülkeyi terk etmesi de İran halkının dini taassubuna (fanatizm) bağlandı. Batıya göre bu olayların başka izahı olamazdı. Kitleler, bütün hayatını ülkesini modernleştirmeye adamış olan bir lidere kafa tutan «gerici» ihtiyar bir din adamının peşine nasıl takılabilirdi. Modernleşmenin mutlaka gelişme ve refah anlamına gelmediği, ve Batıda — ki batıda kısa bir müddette maddî kâr elde etmek en büyük ölçüdür— herkesin genel olarak anladığı ekonomik kalkınma mefhumunun gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaç ve menfaatlarıyla her zaman bağdaşmadığına dikkati çekenlerin sayısı ise çok azdı. Yine iradelerini münakaşa edilmez şekilde ortaya koyan bütün bir millete «fanatik» etiketinin yapıştırılın asının ne kadar sakıncalı olduğunu belirtenlerin sayısı daha da azdı. Halbuki İran tarihi ve İran halkının psikolojisini azıcık bilenler İranlıların dini inançları sağlam olmasına rağmen aşırı dindar olmadıklarını ve bölgenin en müsamahakâr insanları olduğuna kanaat getirirlerdi. Etnik grup ve dini cemaatlar bakımından tam bir mozaike benzeyen İran'da yine de geçen iki yüzyılda çok küçük çapta da olsa dini çatışmalar zaman zaman başgöstermiştir. Durum böyle iken İran devriminin tek itici gücünün İslam (olduğu nasıl söylenebilir? Ama bu soruyu sormak, geçmişte çeşitli yerlerde ve devrelerde bir takım dinlerin bazı siyasi hareketlere ideolojik boyut sağladığı ve hatta bazı devletlerin temelini teşkil ettiğini unutmak anlamına gelir. İtalyan rahibi Girolamo Savonarola (1452 -1498) Floransa'da hem teokratik hem demokratik rejimini kurmadan önce Fransız istilâcılarına karşı ayaklanmıştı. Reform Hareketinin öncülüğünü yapmış olan Jean Calvin (1509 -1564) Cenevre'de başında bulunduğu teokratik Cumhuriyetinde dini ve siyasi muhaliflerini diri diri yakmıştı. Ne var ki onun getirdiği yeni ahlâk kuralları, yani emeğin kutsallığı ve faizli borçların haklılığı gibi kavramlar, kapitalizmin ge. üşmesi, demokrasinin benimsenmesi ve Batının kültür değerlerinin yayılmasına da katkıda bulunmuşlardı. Oliver Cııomtoell (1599-1658) ve Püritenler, «Orta Sınıf Cumhuriyeti»ni kurmak amacıyla İngiliz Kraliyetini dize getirmişlerdi. Bu üç din ve devlet adamı, Batı'da tarihin çeşitli dönemlerinde dinin nasıl bir devrimci rol oynadığını gösteriyorlar. Bu insanlar tarih kitaplarımızda en yüksek mevkiye sahip kimseler olmasına rağmen çağdaşları tarafından zalim, mezhepçi ve fanatik olarak suçlanmışlardı. İşin tuhafı, Batılılar ve özellikle Avrupalılar, İmam Humeyni'nin hareketini değerlendirirken bunu Fransız Devrimi ile mukayese etmeye kalkışmışlardır. Bu mukayeseyi genellikle İran Devriminin, Fransız Devriminin kötü bir kopyası olduğuna inananlar yapmışlardır. Eşraf ve XVI. Louis ile ittifak halinde olan Fransız din adamları ve ruhban sınıfı reform ve gelişme isteklerine karşı çıkmamışlar mıydı? Ve, buna karşılık, din adamları tarafından yönetilen ve gerçekleştirilen İran Devrimi reform talebiyle başlatılmamış mıydı? Şurası bir gerçek ki genellikle Katolik Klişesine hiçbir zaman kurtarıcı bir güç olarak bakılmamış ve toplumlarımızda laiklik fikri demokrasiden ayırdedilmemiştir.